Bu yazı biraz başlıkla alakalı olacak sevgili dostlar. Arada değişiklik yapmak lâzım değil mi ama? Hep sürprizli konular olmasın ki bir “ağırlığımız” olsun… 🙂 (more…)
0 km bızdıklar‘ın ilk yazılarında nasıl arabamızın bakımını düzenli bir şekilde yapıyorsak, nasıl arabamıza uygun yakıtı almaya dikkat ediyorsak, bızdıkların yakıtlarının da üretime uygun olması gerektiğini vurgulamıştım. Yani vücutları için faydalı olanı yedirmek ve buna alışmalarını sağlamak biz ebeveynlerin görevi.
Zor bir görev aslında. Çünkü iş sadece bir listeye bağlı kalmakla bitmiyor, kendi alışkanlıklarımızı da gözden geçirip filtre etmemiz gerekiyor. Çocukların beslenme alışkanlıkları 0-6 yaş arasında oluşuyormuş. Yani tabii ki 6 yaştan sonra da pek çok faydalı ya da zararlı alışkanlık edineceklerdir ama damak tadı, vücudun çalışma ritmi, istekleri 6 yaşa kadar şekilleniyor. Bu da bizlere bayağı görev düşüyor demek.
Maya’nın ilk katı gıdalara geçiş sürecinde doktorumuz Hilal Hanım, bana evde şekersiz reçel hazırlamamı önermişti. Savunduğu nokta şu idi: bizler reçeli şekerli yemeye alıştığımız için alternatifini yadırgıyoruz. Halbuki bebekler, şekersiz reçele de pekala alışabilirler. Ben de onun her dediğini yapan, çocuğunun doktoruna sadık bir anne olarak, hemen evde denemeye başladım. Elma rendelenir, bir cezve içinde azıcık su ile, kısık ateşte iyice yumuşayana kadar pişirilir. Sonuç: bence FE-LA-KET! Yani “tadı tuzu” olmayan sıcak bir elma püresi… Kızıcığım da o an için benimle hemfikirdi.
Örnek bir anne olsaydım, kendi alışkanlıklarımı bir tarafa bırakır, kızıma tekrar tekrar bu doğal reçeli denetirdim, sevip sevmediğinden emin olana kadar. Çünkü malum bizim bızdıklar bir şeyi ilk defa denerken olaya gayet şüpheci yaklaşıyorlar.
Ama ben de hataları ve sevaplarıyla yaşayan bir anne olduğum için, bu doğal şekersiz reçel denememi rafa kaldırdım.
Neyse diyeceğim o ki, bu çocuğunu sağlıklı besleme işi çok da kolay değil. Çünkü öncelikle bizler zaten her zaman doğru bir örnek teşkil edemiyoruz.
Aynı şey spor için de geçerli. Ben de eşim de sporun insan hayatının tam göbeğinde yer alması gerektiğine inanıyoruz. Pek çok aktivite olamasa da sporun düzenli şekilde yapılmasının tartışmasız vücut için inanılmaz faydaları var. Ama onun da ötesinde sosyal anlamda ve bir çocuğun gelişiminde, kafa yapısının oluşmasında aklımıza gelemeyecek derecede gerekli düzenli spor. (Bu arada sağlık uzmanları sporcuların spor, diğer kişilerin egzersiz yaptığını vurgulayıp duruyorlar son zamanlarda. Yani spor müsabaka yapılan ortamlarda geçerli bir terim, diğeri benim gibi yarışma hırsı olmayanların kullanması gereken bir terimmiş…)
Nasıl beslenme konusunda örnek teşkil etmek bazen zor oluyorsa, spor konusunda da bence milletçe sınıfta kalıyoruz. Spor bizde lüks gerçekten. Buna ben de inanıyorum. Spor merkezlerine verdiğimiz paralar düşünülürse, pek çok kişi sırf bundan ötürü vazgeçiyor olabilir. Yine de bu bir bahane olabilir mi? Deniz kenarında yapılan günlük yürüyüşler, düzenli olarak ormanda koşmak ya da bisiklete binmek, pek çok sitede var olan havuzlardan faydalanmak, ip atlamak, merdiven inip çıkmak, DVD karşısında pilates yapmak,… Bunların o kadar da masrafı yok sanırım. Bir Amerika klasiğidir, alışveriş merkezlerini turlamak. Şort ve tişörtünü giyen, özellikle ileri yaştaki kişiler günde yarım saat yapması gereken yürüyüşünü, havanın çok sıcak ya da soğuk olduğu zamanlarda alışveriş merkezlerinde yaparlar. Yani niyet olsun, bir çözüm mutlaka geliyor.
Bizde ise durum nasıl? Mazeretler sıralanıyor hemen…
“Ay hayatım hiç vaktim yok, evin alışverişi, çocukların okulları falan derken gün akıp gidiyor”
“Şimdi bugün arkadaşlarla buluşucaz, yeni kuaföre gittim, spora gidemem”
“Sabah işe git, akşam yorgun işten çık, hiç halim olmuyor”
“Seni çok takdir ediyorum gerçekten. Kar kış demeden gidiyorsun spor merkezine. Ay ben yapamıyorum gerçekten, hep bir şey çıkıyor…”
ve daha niceleri…
Gittiği alışveriş merkezinin ücretsiz otoparkı varken, arabasını valet görevlilerine vermeyi alışkanlık haline getirmiş bir halk olarak tabii ki spora vakit ayıramayız. Bu valet hizmeti bizde öylesine yaygınlaştı ki, evimizin yanındaki Tansaş bile bu hizmeti veriyor uzun zamandır. İşin garip tarafı tam karşısında da ÜCRETSİZ KAPALI OTOPARK var. Anlamak mümkün değil. Arabasını kapalı otoparka güvenle bırakan müşteri, Tansaş’a girdikten sonra (tek sorun caddeyi geçmesi herhalde) alışveriş paketleri çoksa orada çalışan bir sürü personelden birinin yardımı ile ta arabasına kadar paketlerini taşıtma şansına sahip. Ama buna bile üşenen halkımız marketin valet hizmetini kullanıyor !!!
Bu tarz örnekler gittikçe çoğalıyor. Ve biz ebeveynler çocuklarımıza nasıl bir resim çiziyoruz? Sosyal aktivitelere vakit ayırmak önemli (şovlar, tiyatrolar, arkadaş toplantıları, doğumgünü partileri,…) ama hareket sadece belirli yerlerle sınırlı. Markete bile gidersen arabanı en az yürüyeceğin şekilde bırak, en yakın mesafeye bile arabanla git, alışveriş merkezinde giriş kapısının iki adım mesafesinde yer bulabilmek için 40 tur at, ters yöne gir, sana yanlış yolda olduğunu işaret eden kişiye küfür et, paketlerini mutlaka başkasına taşıt,…
Bızdıklarımız çok iyi birer gözlemci. Neyi görürlerse onu yapıyorlar ve benimsiyorlar. Bu kadar çok sayıda küçük obez ya da kalp hastası olmasındaki tek suçlu hormonlu besinler değil diye düşünüyorum. Hareketsizlik en büyük düşmanımız. Ve maalesef bunu bizler yaratıyoruz. Biz ve bizim anlamsız bahanelerimiz…
Yeni senede hem biz hem de bızdıklar daha çok hareket etsek.. Hem biz kuvvetlensek onları daha da yükseğe zıplatabilsek, hem onlara sağlıklı bir altyapı oluşturmaya başlasak, ne dersiniz?
Şu okul işi beni ve etrafımdaki pek çok anneyi fazlasıyla meşgul ediyor. Yanlış anlaşılmasın, sadece düşüncesi yetiyor fiziksel olarak bir şey yapmamıza hiç gerek yok.
Bizdeki okul sistemi öyle garip bir hal aldı ki, anlayabilene aşk olsun. Kızıma hamile iken, iki kızı olan ve okul konusunda karar vermeye çalışan müdürüme sormuştum, “İlla özel okul şart mı? Devlet okulları hiç mi iyi değil?”
Cevabını hiç unutmam: “Tabii ki içlerinde iyi olanlar var ama sen kendini o garip sistem içinde özel okulları dolaşırken buluyorsun ister istemez. Zamanı gelince göreceksin.”
O zaman daha çok vakit olduğunu düşünmüş ve sadece karar vermek isteyenlere içimden şans dilemiştim. Şimdi de başka hamile anne adayları benim için şans diliyor muhtemelen.
Aslında baktığınızda ilk kafa patlatma işlemi geçen sene oldu çünkü Mayacık 3 yaşına geliyordu ve artık yuvaya gidebilirdi. Gymboree’ye 1 yaşında başlamıştık. Birlikte çok eğlenmiştik. Hem de gerçekten pek çok anlamda, sanat, müzik, jimnastik, sosyal gelişim olarak çok faydasını görmüştük. Derken annesiz yuvaya hazırlık programı ve akabinde yine annesiz yaz okulu ile Maya’nın okul altyapısı oluşmuştu. Ama sırada ne vardı?
Anneler karşılıklı cır cır konuşmaya başladığımız ilk dönem, Gymboree’de annesiz programa çocuklarımız alışırkenki bekleme anlarımıza rastlar. Hangisi daha iyiymiş, lokasyon önemli tabii çocuklar daha çok küçük, ya yabancı dil İngilizce, Almanca, Fransızca, yuvanın devamı var mı yok mu, fiyatlar nasıl, sunduğu imkanlar ne,… Ne çok soru ve işin ilginç tarafı herkesin bir şekilde bir fikri, bir düşüncesi var. Fakat bu fikir ve düşünceler nedense asla serbestçe dolaşamıyor. Mutlaka birini ikna etme çabası içinde. Bir yerde okumuştum: insanların birbirlerine bir şey önermesi aslında kendisi için bir onay alma ve beğenilme dürtüsünden kaynaklanıyormuş. Onun önerdiği doktora gidildiğinde örneğin, hele de mutlu kalınırsa “Ben en iyisini biliyorum” hissi oluşup kişi mutlu oluyormuş. Yani karşısındakine iyilik yapmanın ötesinde kendini bir anlamda mutlu etmek için öneriler veriliyormuş.
Neyse kendimi bu kargaşadan uzak tutacağına inanan (ve çok yanılan) bir anne olarak, seçimimi yapmanın dayanılmaz hafifliğiyle köşemde oturuyor, konuşmaları yüzümde bir tebessümle izliyordum. Soranlara da sadece kararımı söylüyordum. Fakat zaman geçtikçe o kadar fazla araştıran insan gördüm ki, ben de birkaç okula baksam ne zararı olur diye düşünmeye başladım. İşte ilk hata! Bu elinizi uzattığınızda sizi tüm vücut ve benliğinizle içine çeken bir konu. Ucu bucağı yok. Doğru ve yanlış kararlar son derece göreceli.
Veee ben de yemi yutmuş bir vaziyette dolanmaya başladım. Maya sadece 2.5 yaşında ve biz liseleri gezmeye başladık. (Hatta yakın bir arkadaşım “Senin yüzünden ben de bakınmaya başladım!” demişti)
Hayatınızda böyle saçmalık gördünüz mü?
Bunun normali nedir? Tüm okullar belirli bir kalite seviyesi ve üzerindedirler. En yakınınızdaki okula yollarsınız çocuğunuzu, hiç değilse ilköğretimde. Sonra daha iddialı olabilir insan. Çocuk da daha bir ne istediğini bilir, mesleki bilinç yavaş yavaş oluşmaya başlamıştır falan filan. Herşeyin bir zamanı var değil mi? Maalesef… Okul işi dışında.
Ve sonunda ne oldu biliyor musunuz? İlk seçtiğim okula geri döndüm. O kadar dolaşmanın, o kadar kafa karıştırmanın ardından evet ilk seçtiğimiz okuldayız şu an. Ve ne kadar mutluyuz.
Bu senelik…
Neden mi?
Çünkü seneye ne yapacağımıza karar vermeliyiz. Bizim okulumuzda Maya 1 sene daha okuyabilir. Sonra üniversiteye kadar gideceği okulu seçmemiz gerek. Ya da en azından liseye kadarki dönem için şimdiden karar vermemiz gerekiyor.
O kadar çok faktör var ki karar vermede: lokasyon, eğitim kapasitesi, sosyal imkanlar, güvenilirlik, giriş sistemleri (doğumdan itibaren listeye alanlar da var kura ile seçenler de), okuyacağı yabancı dil, öğretilen diğer diller, üniversite başarı sonuçları, çocukların mutluluğu, okulun vakıf mı şahıs mı olduğundan finansal anlamdaki yapısına kadar neler neler. Liste çok uzun.
Ve yine anneler cır cır konuşmaya başladık. Bu sefer ben de konuşuyorum 🙂 Hatta bir kahve için buluştuğumuzda konu dönüp dolaşıp okul işine geldiğinde yan masadaki genç hanımlar da (kendimi de genç grubuna soktum bu arada, heh heh) konumuza iştirak ediyorlar. Çok komik bir hal alıyoruz yine. Ve böyle devam ediyor bu konu.
Sizler okul işinizi ne yaptınız? Bızdığınızın üniversite eğitimine karar vermediniz mi daha?
Category: Faydalı Bilgiler
Ağlamaklı bir ses, hafif aşağı doğru sarkmış bir alt dudak ve dolu dolu kocaman gözler: “Sıkılıyorum, senin gitmeni istemiyorum.”
İçi içini kemiren fakat miniğine çaktırmamaya çalışan bir yüz ifadesi ve sakin bir ses tonu: “Neden sıkılıyorsun tatlım?”
Ses gittikçe daha yükselmeye başlar ve bir göz damlası süzülür: “Sıkılıyorum, okula gitmek istemiyorum.”
İçten gelen bir iç çekme (sessizce, asla konuyla ilgili sıkıntı duyduğunu belli etmeyeceksin) ile: “Ama okulunu çok seviyorsun sen. Arkadaşlarından okul çıkışı bir türlü ayrılamıyorsun. Hem nefis bir bahçeniz, sincaplarınız, kuş yuvalarınız var. Ne oldu şimdi birden bire?”
Sniff, sniff, buaahhhhhhhhhhhhhh…
Şu son haftanın özeti bu şekilde.
Gerçekten ne oldu bilmiyorum. Fakat tam bir haftadır bu tarz bir konuşma gerçekleşiyor; ya okul kapısında, ya evde, ya evden çıkmak üzereyken ya da yatakta.
Önce biraz nezle gibiydi Maya. Dedim ki herhalde biraz kırıklığı var, evde dinlensin. Dinlenmek iyi geldi gerçekten. Hemen burun akıntısı geçti. Ertesi gün de çok yorgun olduğunu belirtti miniğim. Tamam dedim cici bir anne olarak ama akabinde uyarımı yaptım. “Eğer yarın da kendini iyi hissetmezsen doktoruna bir görünelim, belki de hasta oluyorsundur.”
Gözler fal taşı gibi açıldı… Kafa hemen sallandı, bukle bukle saçlar karıştı.
“Yok yarına iyi olurum zaten.”
Derken diğer sorular gelmeye başladı.
“Ya sıkılırsam?”
“Beni ara canım, hemen gelir alırım seni.”
“Ya çok sılırsam?”
“Yine ara beni, gelirim hemen.”
“Ya az sıkılırsam?”
“Az sıkılırsan belki başka bir oyun eğlenceli gelir. Öğretmenine söylersin, yardımcı olur sana.”
“HAYIR!!!”
Hay aksi, nasıl oldu bu böyle? Benim sorunsuz okuluna giden kızıcım, üç ay içinde sıkılmaya ve okul hayatını bitirmeye mi karar verdi?
Sevgili eşimin, ben tahmin etmiştim edasıyla, yüzünde hafif bir gülümseme…
N’oldu şimdi? Nedir bu ben kazandım, bak ben haklıymışım edası?
Gözlerimden şimşekler çıkarak ona bakıyorum… “Nasıl yani?” deyince açıklama ihtiyacı duyuyor sessiz konuşmasını: “Ben de hiç sevmedim okul hayatını, bence de sıkıcı. Üstelik daha o kadar uzun bir okul hayatı var ki…” demez mi?!!
Gel de bunalıma girme. Halbuki yuva çok eğlenceli. Bir sürü oyunlar, resim, müzik, sevdiği arkadaşlar, bahçe saati, koşturma, vs. vs.
Evet anlayabiliyorum tabii, her sabah aynı saatte kalk, hazırlan, okula git, yemek ye, biraz uyu, tekrar oyna ve eve dön. Ertesi sabah aynı düzeni tekrarla. Belki de sıkıcı ama evde oturmak bence daha sıkıcı.
Birkaç arkadaşıma soruyorum. Kimisi bunu hiç yaşamamış. Yorum yapamıyor. Kimisi okulda minicik de olsa birşey canını sıkmıştır, şu an tam ifade edemiyordur. Seneye beklemediğin bir an çıkar diyor.
Benim pozitif kuşum annem, dönemseldir geçer diye bana güç vermeye çalışıyor. Bu dönemler hiç bitmiyor ki… Hayatımız çok renkli. Her an yeni bir döneme giriyoruz, tam bu bitti derken ufak bir es ve tekrar yeni döneme merhaba!
Öğretmeni yumuşak bir yaklaşımla Maya’ya okulda istemediği hiçbir şeyi yaptırmayacaklarını söylüyor. Bana da sabırlı olmamı, bazen çocukların böyle dönemleri olduğunu, bunun hem kıştan hem de süreklilikten kaynaklanan bir sıkılma olabileceğini, aynı zamanda neyi ne kadar yaptırabilirimi denemek isteyebileceğini söylüyor. Yani olasılıklar çok geniş.
Fakat bugün Maya okulun ne kadar esnek olduğunu test etmeye karar vermiş görünüyor. Zira gün ortasında aradığımda, öğlen sadece yoğurt yediğini, öğle uykusunu reddettiğini, alternatif olarak sunulan oyunları da istemediğini belirttiğini öğreniyorum. Aradığım esnada Maya bir sandalyeye oturmuş, gözlerinden uyku akmasına rağmen uyumamakta direniyordu. Bakalım günün devamı nasıl geçecek.
Belki de gerçekten hepimiz sınavdayız da haberimiz yok. Hazırlıksız yakalandık. Okul anılarım canlandı: Herkes kağıt kalem çıkartsın. POP QUIZ!
Gelişmelerden sizi haberdar edeceğim. Bu arada böyle birşey yaşamış olanlar şu zavallı anneye acıyıp beni aydınlatsınlar çok rica edicem. Yalnız uyarıyorum: şu an sadece ve sadece mutlu sonlara açığım 🙂
SI-KI-LI-YORUMMMMMMMMMMMM! Bilmem anlatabildim mi?
Her gün bızdıklarımız büyüyor ve bizlere sordukları sorular, öğrenmek istedikleri konular değişiyor, biraz daha komplike olabiliyor.
Bizler ise cevabı ne dozda ve ne şekilde vereceğimiz konusunda tereddüt yaşıyoruz.
Bu konuların başında cinsellik geliyor.
Benim çok sevdiğim dostum Begüm Erdemli Karamahmutoğlu, Sabah Gazetesi’nde Hıncal Uluç’un köşesinde aralıklarla kitap tanıtımı yapıyor. Begüm sürekli ilginç kitaplar okuyor ve içlerinden seçtiklerini bu köşede okuyucularla paylaşıyor.
İşte bunlardan bir tanesi tam bize göre diye düşündüğüm için olduğu gibi burada yer vermek istedim. Sizleri Begüm’ün yazısı ile başbaşa bırakıyorum canlar.
Cinsellik dersinden sınıfta kalan anne babalar..
Kitap Begüm E.K.
Dört yaşındaki Murat annesine “Seninle evlenelim anne” dedi. Annesi gülerek, “Peki babanı ne yapacağız?” diye sordu. Murat büyük bir ciddiyetle, “Biz düğüne giderken onu komşuya bırakırız. Dönünce de alırız” diye cevapladı.
Murat sizin oğlunuz olsaydı, ona ne cevap verirdiniz? Ya da cevabınızın yeterli ve doğru olup olmadığı konusu kafanızı kurcalar mıydı?
Bu alıntı, Prof. Dr. Bengi Semerci’nin ‘Çocuklarımızla Cinsellik Hakkında Nasıl Konuşalım?’ (Alfa Yayınları) kitabından.. ‘Bebeklikten Gençliğe Cinsellik’ alt başlığı ile yayınlanan kitapta, yukarıdaki konuşmaya benzer pek çok diyaloga yer verilmiş, potansiyel sorulara cevaplar sunulmuş.
Anne ve babaların tıkandığı önemli konulardan biri ‘çocukları ile cinselliği konuşmak’..
Çocukların ‘Ben nasıl dünyaya geldim’le başlayan ve cinsler arasındaki beden farklılıkları ile devam eden soru sorma enerjileri, yaşları büyüdükçe daha da artıyor. Ebeveynlerin, cinselliği konuşmakta zorlandıkları ve sorumluluğu birbirlerinin üzerine attıkları ise bilinen bir gerçek.
Bunun temelinde, utanma duygusunun yanı sıra neyi, nasıl, ne zaman anlatacaklarını bilmemeleri de yatıyor. Kitap, bu noktada ailelerin yardımına yetişiyor. Çünkü yaş aralıklarına göre ayrılan bölümlerde; çocukların, gençlerin fiziksel ve psikolojik farklılaşmaları ile ilgili bilgiler veriliyor.
İşte ebeveynlere, kitaptan birkaç önemli öneri..
* Cinsellik sadece beden ile ilgili değildir: Bu nedenle, cinsellikle birlikte onlara sevgiyi de anlatmak gerekir. Çocukların cinselliği aynı zamanda sorumluluk, yakınlık ve sevgi ilişkisi olarak öğrenmesi önemlidir.
* Çocuğunuza dokunmanın türlerini anlatın: Çocuk sarılmanın hoş bir davranış olduğunu bilmelidir. Ama size ve arkadaşlarına ne şekilde dokunmasının uygun olacağını öğrenmelidir.
* Cinselliği konuşmaya erken başlayın: Çocuğunuza burnunun, ağzının yerini öğretirken; cinsel organlarının da yerini öğretin. Büyüdükçe üzerine bilgi eklemeniz kolaylaşır.
* Onlarla gizliliği konuşun: Çocuklar sınırları bilmeye ihtiyaç duyarlar. Nerede çıplak olabileceklerini, nerede giyinik olmaları gerektiğini bilmelidirler. Aileler için eğitici bir rehber niteliğinde olan kitap, sade ve akıcı dilde yazılmış. Kolay okunuyor, rahat anlaşılıyor. Cinselliğin konuşulmasının hâlâ tabu olduğu toplumumuzda; doğru bilgilerle donanmış anne babaların, toplum sağlığına da katkıda bulunacakları inancındayım.