Tag: çocuk alışkanlıkları

0 Km. Bakımınızı Yapıyor Musunuz?

0 km bızdıklar‘ın ilk yazılarında nasıl arabamızın bakımını düzenli bir şekilde yapıyorsak, nasıl arabamıza uygun yakıtı almaya dikkat ediyorsak, bızdıkların yakıtlarının da üretime uygun olması gerektiğini vurgulamıştım. Yani vücutları için faydalı olanı yedirmek ve buna alışmalarını sağlamak biz ebeveynlerin görevi.

Zor bir görev aslında. Çünkü iş sadece bir listeye bağlı kalmakla bitmiyor, kendi alışkanlıklarımızı da gözden geçirip filtre etmemiz gerekiyor. Çocukların beslenme alışkanlıkları 0-6 yaş arasında oluşuyormuş. Yani tabii ki 6 yaştan sonra da pek çok faydalı ya da zararlı alışkanlık edineceklerdir ama damak tadı, vücudun çalışma ritmi, istekleri 6 yaşa kadar şekilleniyor. Bu da bizlere bayağı görev düşüyor demek.

Maya’nın ilk katı gıdalara geçiş sürecinde doktorumuz Hilal Hanım, bana evde şekersiz reçel hazırlamamı önermişti. Savunduğu nokta şu idi: bizler reçeli şekerli yemeye alıştığımız için alternatifini yadırgıyoruz. Halbuki bebekler, şekersiz reçele de pekala alışabilirler. Ben de onun her dediğini yapan, çocuğunun doktoruna sadık bir anne olarak, hemen evde denemeye başladım. Elma rendelenir, bir cezve içinde azıcık su ile, kısık ateşte iyice yumuşayana kadar pişirilir. Sonuç: bence FE-LA-KET! Yani “tadı tuzu” olmayan sıcak bir elma püresi… Kızıcığım da o an için benimle hemfikirdi.

Örnek bir anne olsaydım, kendi alışkanlıklarımı bir tarafa bırakır, kızıma tekrar tekrar bu doğal reçeli denetirdim, sevip sevmediğinden emin olana kadar. Çünkü malum bizim bızdıklar bir şeyi ilk defa denerken olaya gayet şüpheci yaklaşıyorlar.
Ama ben de hataları ve sevaplarıyla yaşayan bir anne olduğum için, bu doğal şekersiz reçel denememi rafa kaldırdım.

Neyse diyeceğim o ki, bu çocuğunu sağlıklı besleme işi çok da kolay değil. Çünkü öncelikle bizler zaten her zaman doğru bir örnek teşkil edemiyoruz.

Aynı şey spor için de geçerli. Ben de eşim de sporun insan hayatının tam göbeğinde yer alması gerektiğine inanıyoruz. Pek çok aktivite olamasa da sporun düzenli şekilde yapılmasının tartışmasız vücut için inanılmaz faydaları var. Ama onun da ötesinde sosyal anlamda ve bir çocuğun gelişiminde, kafa yapısının oluşmasında aklımıza gelemeyecek derecede gerekli düzenli spor. (Bu arada sağlık uzmanları sporcuların spor, diğer kişilerin egzersiz yaptığını vurgulayıp duruyorlar son zamanlarda. Yani spor müsabaka yapılan ortamlarda geçerli bir terim, diğeri benim gibi yarışma hırsı olmayanların kullanması gereken bir terimmiş…)

Nasıl beslenme konusunda örnek teşkil etmek bazen zor oluyorsa, spor konusunda da bence milletçe sınıfta kalıyoruz. Spor bizde lüks gerçekten. Buna ben de inanıyorum. Spor merkezlerine verdiğimiz paralar düşünülürse, pek çok kişi sırf bundan ötürü vazgeçiyor olabilir. Yine de bu bir bahane olabilir mi? Deniz kenarında yapılan günlük yürüyüşler, düzenli olarak ormanda koşmak ya da bisiklete binmek, pek çok sitede var olan havuzlardan faydalanmak, ip atlamak, merdiven inip çıkmak, DVD karşısında pilates yapmak,… Bunların o kadar da masrafı yok sanırım. Bir Amerika klasiğidir, alışveriş merkezlerini turlamak. Şort ve tişörtünü giyen, özellikle ileri yaştaki kişiler günde yarım saat yapması gereken yürüyüşünü, havanın çok sıcak ya da soğuk olduğu zamanlarda alışveriş merkezlerinde yaparlar. Yani niyet olsun, bir çözüm mutlaka geliyor.

Bizde ise durum nasıl? Mazeretler sıralanıyor hemen…

“Ay hayatım hiç vaktim yok, evin alışverişi, çocukların okulları falan derken gün akıp gidiyor”

“Şimdi bugün arkadaşlarla buluşucaz, yeni kuaföre gittim, spora gidemem”

“Sabah işe git, akşam yorgun işten çık, hiç halim olmuyor”

“Seni çok takdir ediyorum gerçekten. Kar kış demeden gidiyorsun spor merkezine. Ay ben yapamıyorum gerçekten, hep bir şey çıkıyor…”

ve daha niceleri…

Gittiği alışveriş merkezinin ücretsiz otoparkı varken, arabasını valet görevlilerine vermeyi alışkanlık haline getirmiş bir halk olarak tabii ki spora vakit ayıramayız. Bu valet hizmeti bizde öylesine yaygınlaştı ki, evimizin yanındaki Tansaş bile bu hizmeti veriyor uzun zamandır. İşin garip tarafı tam karşısında da ÜCRETSİZ KAPALI OTOPARK var. Anlamak mümkün değil. Arabasını kapalı otoparka güvenle bırakan müşteri, Tansaş’a girdikten sonra (tek sorun caddeyi geçmesi herhalde) alışveriş paketleri çoksa orada çalışan bir sürü personelden birinin yardımı ile ta arabasına kadar paketlerini taşıtma şansına sahip. Ama buna bile üşenen halkımız marketin valet hizmetini kullanıyor !!!

Bu tarz örnekler gittikçe çoğalıyor. Ve biz ebeveynler çocuklarımıza nasıl bir resim çiziyoruz? Sosyal aktivitelere vakit ayırmak önemli (şovlar, tiyatrolar, arkadaş toplantıları, doğumgünü partileri,…) ama hareket sadece belirli yerlerle sınırlı. Markete bile gidersen arabanı en az yürüyeceğin şekilde bırak, en yakın mesafeye bile arabanla git, alışveriş merkezinde giriş kapısının iki adım mesafesinde yer bulabilmek için 40 tur at, ters yöne gir, sana yanlış yolda olduğunu işaret eden kişiye küfür et, paketlerini mutlaka başkasına taşıt,…

Bızdıklarımız çok iyi birer gözlemci. Neyi görürlerse onu yapıyorlar ve benimsiyorlar. Bu kadar çok sayıda küçük obez ya da kalp hastası olmasındaki tek suçlu hormonlu besinler değil diye düşünüyorum. Hareketsizlik en büyük düşmanımız. Ve maalesef bunu bizler yaratıyoruz. Biz ve bizim anlamsız bahanelerimiz…

Yeni senede hem biz hem de bızdıklar daha çok hareket etsek.. Hem biz kuvvetlensek onları daha da yükseğe zıplatabilsek, hem onlara sağlıklı bir altyapı oluşturmaya başlasak, ne dersiniz?

Walking On Eggs

İngilizcede sevdiğim bir söz bu “walking on eggs” – yani yumurtaların üzerinde yürümek. Sizce kırılmasından bu kadar korktuğumuz, bir yerden bir yere taşıyacağımız zaman ya özel bölmeli kutusuna koyduğumuz ya da ekstradan sarıp sarmaladığımız yumurtalar üzerinde yürümek mümkün mü?

Değil tabii ki…

Bizim bızdıklarla hayatımız da biraz böyle. Yeni nesil anneler (ve çoğu zaman babalar) her şeyi öylesine doğru, öylesine dengeli yapmaya çalışıyoruz ki sonunda dengemiz altüst oluyor ve kendimizi hedeflediğimizden bambaşka bir noktada buluyoruz.

Bir süre önce, hararetli bir tartışmanın içinde bulduk kendimizi. Aynı yaş gruplarında olan erkekli kadınlı bir grup ve anne-babalarımız oturmuş konuşuyorduk. Yakın zamanda bebeği olan bir arkadaşımız zamane ebeveynlerinin ne denli gereksiz girişimlerde bulunduğu hakkında görüşlerini bildirmeye başladı. Konu pedagoga gitmekti.

“Bizim zamanımızda pedagog mu varmış canım? Anne ve babalar disiplinli bir şekilde büyütürlermiş bizi. Bak taş gibi çıktık işte!” diye pedagoga gitmenin gereksiz bir adım olduğunu savunan arkadaşımızı babası gönülden destekledi.

“Tabii canım, şimdiki nesil her şey için bir doktora gidiyor. Para tuzağı bunların tümü.” dedi.

(Biraz Bill Cosby vari bir yorum. Geçenlerde Jay Leno Show’da zamane ebeveynlerini tatlı diliyle eleştiriyordu: “Torunumu köşede tek başına oturur görünce nedenini anlamak istedim. Kızım ‘time-out aldı’ dedi. Ona maç kaç kaç dedim!”)

Herkes konuyla ilgili yorum ve tecrübelerini paylaşmaya başladı birden. Çok komik bir görüntü içindeydik gerçekten. Herkesin söyleyecek ne çok lafı varmış… Cır cır başladık yine.

Ben bu düşünceyi pek doğru bulmayanlardanım. Dönemsel bazda, ağırlıklı olarak kendimi eğitmek için pedagoga gitme taraftarıyım. Mutlaka Maya’da bir sorun olması gerekmiyor. Eşim de aynı şekilde düşünüyor (ya da artık benim garipliklerime teslim oldu – sesini çıkartmıyor garibim.)
Eskiden pek çok şey farklı ele alınıyormuş. Nasıl her yenilik iyi demek değilse, aynı paralelde eski sistemlerin de kanıtlanmış en uygun çözümleri sunduğunu düşünmüyorum.

Tabii bu kadar net olmasa da fikrimi ben de beyan etmeden duramazdım.

“Valla biz destek alıyoruz, öncelikli olarak bizim için. Dönemsel olarak çocuğumuzla hangi oyunları oynayıp gelişimine destek verebileceğimizden, yine dönemsel yaşadığı sıkıntılara çözüm bulabilmek amacıyla. Ya da bazı geçişlerin daha acısız olabilmesi için. Mesela sütten kesmek, emziği bırakmak, okula başlamak gibi”

Arkadaşımız söylenenin bir bölümüne hak verdi: “Canım bir derdin varsa gidersin tabii. Ama yoksa ne diye gidicen, deli gibi para alıyorlar. Üstelik bir çok kitap var. Okursun uygularsın.”

Bizim de derdimiz aslında problem oluşmasını beklemeden, virajları yumuşak almak, kaza yapmamak, yumurtaları kırmamak. Zor tabii, bazen çok zor. İnsanın bazen sorularına cevap alamadığı ya da aldığı cevapların işe yaramadığı da oluyor. Çünkü her çocuk farklı ve her durum da farklı. Belirli durumda x yaş grubu şöyle davranır gibi bir genelleme size çözüm olamayabiliyor.

Maya ile ilk pedagoga gittiğimizde sanırım 11 aylıktı. Ben emzirmeye devam ediyordum. Pedagogumuzun ilk yaptığı bana emzirmeyi bırakma zamanının geldiğini ama bunun için öncelikle kendimi hazır hissetmem gerektiğini vurgulamak oldu. Yaptığımız o ilk görüşmede ağlamamak için kendimi zor tuttuğumu hatırlıyorum. Çünkü kızıcığım ile paylaştığımız en özel an emzirme anımızdı. Sadece ikimiz vardık ve o da ben de bundan büyük keyif alıyorduk. Kendimi hazırlamam 2 ayımı aldı. 13 aylıkken Maya’ya artık onu emzirmeyeceğim mesajını gece uyku öncesi seansımızda verdim. O da bir iki deneme sonrası hiç üstelemedi. Gayet kolay bir geçiş yaşadık. Zaten pek çok ek gıda alıyordu – sebze meyve pürelerini keyifle yiyordu. Bizimki daha farklı bir ihtiyaçtı. Fiziksel ihtiyacın çok ötesinde.

Dönemsel ziyaretlerimizde benim takıldığım ya da tereddütte kaldığım pek çok konuya cevap bulabildim. Uyku düzeninden, birey olma aşamaları, emziği bırakma sürecinden, bezden kurtulmaya kadar pek çok konuda aldığım yardım çok kıymetliydi. Bunun ötesinde önerilen kitapları da okuyunca insan bayağı bilgileniyor. Zaten “What To Expect” serisi ile çocuğunu belirli bir noktaya getiren bir anne olarak, özellikle güvendiğim bir kişinin önerdiği gelişim kitapları benim ilgi alanıma giriyor.

Fakaat şu da bir gerçek ki bazen kafalar oldukça karışıyor. Çok yakın zamanda yaşadığım tecrübe güzel bir örnek olabilir belki. Mayacıkla oyun oynamamı isteyen pedagogumuz bizi gözlemliyordu. Zaten gözlem altındayken pek doğal olamıyor insan. Ne Maya ne de kazık kadar olmuş annesi… Kızıcık hamurla oynamak istedi. İki renk vardı. Sarı ve beyaz. O kendine beyazı seçti, bana da sarı kaldı. Birlikte oyun oynamaktan benim anladığım hem sohbet etmek, hem de her ikimizin de bir şeyler yapması ve sonra birbirimizinki hakkında yorum yapmak. Bu mantıkla ben biraz da Maya’yı kendimce rahatlatmak için yine cır cır konuşmaya başladım.

“Sen ne yapıyorsun Mayacım?”

“Peki ben ne yapayım? Güneş yapsam ne dersin?”

“Bak benim güneşim tamam. Sen ne durumdasın?”,…

derkeeeen doktorumuz “Defne Hanım çok konuşuyorsunuz, fazla yorum yapıyorsunuz” dedi.

Çok şaşırmıştım. Benim birlikte oyundan anladığım buydu. Oysa yapılması gereken Maya’nın oyunu yönlendirmesini sağlayıp, sadece onu izlemek ve gerekli yerlerde beğeni ya da ilgi göstermekmiş. Bunun da nedeni zaten her durumda belirli bir çerçevede hareket etmeye zorlanan çocukların (uyandığı andan yatana kadar konulan kurallar, belirli sistemi olan oyunlar, okul hayatı, vs.) sadece ve sadece kendilerinin yönlendirdiği ve yarattığı bir oyunu oynayabilmeleri ve bu tecrübeyi edinebilmeleri. Ancak bu süre boyunca da tüm enerjimizle orada olduğumuzu ona hissettirmek… Bize rol verseler bile o karakterin ne yapması gerektiğini, ne söylemesi gerektiğini bızdığımıza sormamız gerekiyormuş.

Ne kadar komplike geliyor değil mi? Yani orada olacaksın ama aynı zamanda olmayacaksın. Yorum yapacaksın ama fazla yapmayacaksın falan tarzı, hem o, hem de bu şeklinde bir durum.

Böyle bakıldığında çok zorlandığım anlar oluyor gerçekten:

Hem disiplinli, hem sevecen olacaksın.

Hem bir şeyler öğretebildiğinden emin olacaksın, hem her oyununda öğretme çabası olmayacak.

Hem hayata hazırlayacaksın, zorlukların üstesinden gelsin diye, hem de zorlandığında arkasında kapı gibi annesi ve babasının olduğu hissini vereceksin.

Hem her ağladığında gerekli ilgiyi göstereceksin, hem de bu ilgiyi abartmayacaksın ki ağlamak alışkanlık halini almasın.

Hem atmakta zorlandığı adımda onu biraz iteceksin, hem de kötü düşüp sonrasında hayatta adım atmaktan korkmasına engel olacaksın.

Hem üzülmenin normal olduğunu göstereceksin, hem de üzüntünün, kederin içinde onu boğmayacaksın.

Hem sana kendini açabilecek kadar yakın hissedecek, hem de saygısından hiçbir şey eksilmeyecek.

Hem kuvvetli bir anne örneği görecek, hem de sıcacık bir anne kucağı yaşayacak.

Liste uzayıp gider, Defne yumurtaların üzerinde yürümeye devam eder…