Konusuna hakim, işin psikolojik yönünü irdeleyebilen – anne,baba ve çocuk psikolojisinden anlayan, empati kurabilen, yeterli tecrübeye sahip ama aşırı(!) tecrübeli de olmayan, araştırmacı ve meraklı kişiliğiyle gerekli tüm bilgileri edinmiş, düzenli ve sistemli bir çalışma yaklaşımı benimsemiş, güleryüzlü, panik halinde sükûnetinden ödün vermeyen, hem genç hem olgun kafalı, 24 saat ulaşılabilir, karşısındakine vakit ayıran, sabırlı, güncel ancak eski değerleri de bilen,… (more…)
Anneannem örnek aldığım bir kişiydi. Pek çok yönüyle zamanının çok ilerisindeydi.
İlgimi çeken özelliklerinden biri de her zaman yeniliklere açık olmasıydı. Yeni bir şey denemeye, yeni bir yer görmeye, yeni bir uğraş bulmaya, evinin dekorasyonunu yenilemeye, arabasını değiştirmeye, yeni bir mekan keşfetmeye hepimizden önce hazırdı. Hayatı dolu dolu yaşardı.
“Benden geçti artık” cümlesini biz ondan hiç duymadık.
Yaşıtlarımda sık gördüğüm ve beni rahatsız eden bir yaklaşım mutlu olabileceği bir tecrübeyi yaşamaya korkmak. İş işten geçti, yaş kemale erdi tarzı bir davranış sergilemek.
Kırkından sonra meslek mi değiştirilirmiş? Neden olmasın? Sizi ne mutlu ediyor? Neyin varlığı sizi daha doyumlu bir insan haline getirecek? Nedir bugüne kadar aklınıza gelmemiş (geçten geçe çıkan) o harika fikir? (more…)
Yeni tanıştığım bir kişi bana hangi okuldan mezun olduğumu sorduğunda aklıma üniversiteden ziyade ilk olarak ortaokul-lise dönemim gelir ve gururla “Tarsus Amerikan Koleji” derim. Bu cümlenin devamında çoğu zaman karşımdaki kişinin okulumdan bir ya da daha fazla tanıdığı çıkar ve ortak bir tanıdık olup olmadığını keşfetmeye çalışırız.
Klasik bir diyalogdur :
“Sinan’ı tanıyor musun?”
“Hangi dönem?”
“Sanırım ’92 mezunu. Bir de Zeynep vardı onun arkadaşı, aynı dönemden.”
“Haaa evet evet hatırladım tabii…”
Böyle gider konuşma ve zaman zaman ortama, karşımdaki yeni kişiye ısınma, ilk sıcak temas okulum sayesinde olur.
Her zaman gurur duydum TAC‘li olmaktan. Mezunlar dergimizin bu ayki yayını için kimya öğretmenim ve aynı zamanda okulumuzun eski bir mezunu olan Sayın Erdoğan Kaynak benden bir yazı istediğinde önce ne yazsam diye düşünürken, bilgisayarın başına geçince bir nefeste iki sayfa döşenmiştim.
Bu yazıda vurguladığım nokta bir insanın ilk gençlik yıllarını geçirdiği okulunun nasıl karakterini şekillendirebileceği ve TAC‘nin bana kattıkları ile ilgiliydi.
Şimdi de bir anne olarak, çocuğu için aynısını istiyor ama değişen sistemler ve elimdeki seçenekler içerisinde şaşkın dolanıp duruyorum. Sonuçta aradığım Maya’nın okul yıllarını mutlulukla anabileceği, hayata bir adım ileride başlayabileceği, gideceği yönü bilerek ve isteyerek seçecek vizyonunun olabileceği, sıkı sıkı elinden tutacak dostlukların oluştuğu bir ortam. İşte bunları yazmıştım dergideki yazıda.
Bu günün konu başlığı “Bir hocanın ardından…”
TAC‘nin hocaları akılda kalır. Her biri kendine has yapısı ve yaklaşımı ile öğrenciye bir şeyler katar. İşte bu öğretmenlerimizden birini, biyoloji öğretmenimiz Sayın Ahmet Halil’i çok yakın zamanda kaybettik. Bu kaybın 1989 mezunları arasında duyulmasını takiben, biyoloji öğretmenimizle yaşanan enstantaneler paylaşılmaya başlandı. Ben de size bir öğretmenin 20 senelik mezunları için ne kadar unutulmaz olduğunu göstermek ve yaşanan komiklikleri, hatırlanan anları sizlerle paylaşmak istedim. Umarım sizi sıkmam. Neden bu konu ilginizi çekebilir emin değilim. Bazen neden olmadan da yazılır yazılar sanırım…
** Oğuz :
Cengiz’le Çağatay’a tart verdirmişti 2 gün. Çağatay Cengiz’den kopya çekiyor diye. Sonra da Cengiz’den özür dilemişti.
Bir de idrarda şeker testi meşhurdu. İdrar örneği veren kişilerden birini kurban seçip, idrarına bal ekleyip, ders boyunca ‘Allah Allah nereden çıktı bu şimdi, vah vah, ailende kimsede şeker var mıydı evladım?’ diye babacan bir edayla sorardı.
** Neşe :
Kasmadan öğrendiğim tek dersti biyoloji, hocayı da dersi de sevmiştim bu yüzden…
Hoca konuları kitaptaki sıraya göre anlatmazdı… Bir gün geldi derse, bir sinirle gürledi sınıfa “Birinizin suratında, sırıtmanın emaresini görürsem yakarım!!!” dedi. Ya ne oldu derken, döndü tahtaya yazdı konuyu “Chapter 18: Reproduction!”
Sonra sıraları çektirdi sınıfın ortasında yuvarlak bir düzen oluşturdu, dipdibe oturduk kızlı erkekli, dersi dibimizde anlattı hoca! Hayatımın en ciddi dersiydi.
** Ahmet :
Ahmet Halil Hoca orijinal bir öğretmendi, seven sevmeyen herkes katılır eminim ki. Tebeşir atardı ulaşamayacağı yerde ses yapan, konuşan olursa. Çenesi düşükler hatırlarlar. Dersleri heyecanla anlatırdı, o yüzden biyolojiyi sevdim. Ahmet Halil’i de tabii ki. Ben biyoloji odasında cam tarafında 3. sırada otururdum, yanımda da Murat. Bir keresinde Murat’la fiskos konuşuyoruz, ama Murat belli ediyor, kıkırdıyor. Ahmet Halil de kendi ders anlatışına gülüyor sandı. Buna bir soru patlattı, Murat da bildi. Bildi ama gülmeye devam etti. Ahmet Halil tebeşiri fırlattı, tutturamadı, bir tane daha. O da başkasına isabet etti. Bu arada sinirleri tavan yapmıştı. Fırladı sıraya Murat’ın yanına geldi, önünde durup buna Kıbrıs’ı gösterdi. Eskiden kulaktan havaya kaldırmaya Kıbrıs’ı göstermek derdik 🙂
Ben hep muhabbetle hatırlayacağım Ahmet Halil Hoca’yı.
** Hakan :
Camın ısıyı iyi ileten bir madde olmadığını anlatmak için elindeki test tüpü sanki çok sıcakmış gibi yapıp sonra Cem’e verdi. Cem de eli yanacak zannedip test tüpünü yere attı. Ahmet Halil’de bunu bahane bilip Cem’e küçük çaplı kızdı ve camın esasında iyi bir iletken olmadığının altını çizdi.
Bir ilkbahar günü sınıfta en arkalarda oturuyordum. Ahmet Halil domatesin meyve mi sebze mi olduğu konusunda polemikli bir ders anlatıyordu. Ortaya bir domates ve bir salatalık çıkardı ve kendi masasının üzerinde bunları kesti. Henüz yeni mevsime giren ve (şimdi daha iyi anlıyorum) organik olan bu domates ve salatalık öyle güzel koktu ki,ta arka sıraya kadar koku geldi. Müthiş şekilde canım çekti ve öğle yemeğinde salata vardır inşallah diye diye yalandım durdum.
** Mete :
Ahmet Halil: “Bana sıcak kanlı bir hayvan söyleyin.”
Hasan: “Ejderha!”
** Defne :
Ben de Hasan’a hep takıldığını hatırlıyorum. Hatta bir derste gece boyunca sindirim sisteminin çalıştığını, organların işlevini gece boyunca devam ettirdiğini anlatmak için Hasan’a sormuştu: “Sabah uyanınca ilk iş ne yaparsın?” Hasan “Yüzümü yıkarım.” İstediği cevabı alamayınca devam ederdi: “Başka ne yaparsın?” Hasan sürekli başka şeyler söylüyor gittikçe de kızarıyor… En sonunda Ahmet Halil patlamıştı: “Çiş yaparsın oğlum çiş !”
** Sedat :
Renkli kişilikten unutmayacaklarım :
“UYYY” demesi, zırt pırt sözlü yapması,her Cuma deney yapmamızı, sağdan direksiyonlu arabasını,…
Biliyorum çok uzun oldu bu yazı ama eminim daha pek çok kişinin pek çok hatıraları var Ahmet Halil Hoca ile. Huzur içinde yat hocam, bak anlatacak ne çok anımız var…
Ağlamaklı bir ses, hafif aşağı doğru sarkmış bir alt dudak ve dolu dolu kocaman gözler: “Sıkılıyorum, senin gitmeni istemiyorum.”
İçi içini kemiren fakat miniğine çaktırmamaya çalışan bir yüz ifadesi ve sakin bir ses tonu: “Neden sıkılıyorsun tatlım?”
Ses gittikçe daha yükselmeye başlar ve bir göz damlası süzülür: “Sıkılıyorum, okula gitmek istemiyorum.”
İçten gelen bir iç çekme (sessizce, asla konuyla ilgili sıkıntı duyduğunu belli etmeyeceksin) ile: “Ama okulunu çok seviyorsun sen. Arkadaşlarından okul çıkışı bir türlü ayrılamıyorsun. Hem nefis bir bahçeniz, sincaplarınız, kuş yuvalarınız var. Ne oldu şimdi birden bire?”
Sniff, sniff, buaahhhhhhhhhhhhhh…
Şu son haftanın özeti bu şekilde.
Gerçekten ne oldu bilmiyorum. Fakat tam bir haftadır bu tarz bir konuşma gerçekleşiyor; ya okul kapısında, ya evde, ya evden çıkmak üzereyken ya da yatakta.
Önce biraz nezle gibiydi Maya. Dedim ki herhalde biraz kırıklığı var, evde dinlensin. Dinlenmek iyi geldi gerçekten. Hemen burun akıntısı geçti. Ertesi gün de çok yorgun olduğunu belirtti miniğim. Tamam dedim cici bir anne olarak ama akabinde uyarımı yaptım. “Eğer yarın da kendini iyi hissetmezsen doktoruna bir görünelim, belki de hasta oluyorsundur.”
Gözler fal taşı gibi açıldı… Kafa hemen sallandı, bukle bukle saçlar karıştı.
“Yok yarına iyi olurum zaten.”
Derken diğer sorular gelmeye başladı.
“Ya sıkılırsam?”
“Beni ara canım, hemen gelir alırım seni.”
“Ya çok sılırsam?”
“Yine ara beni, gelirim hemen.”
“Ya az sıkılırsam?”
“Az sıkılırsan belki başka bir oyun eğlenceli gelir. Öğretmenine söylersin, yardımcı olur sana.”
“HAYIR!!!”
Hay aksi, nasıl oldu bu böyle? Benim sorunsuz okuluna giden kızıcım, üç ay içinde sıkılmaya ve okul hayatını bitirmeye mi karar verdi?
Sevgili eşimin, ben tahmin etmiştim edasıyla, yüzünde hafif bir gülümseme…
N’oldu şimdi? Nedir bu ben kazandım, bak ben haklıymışım edası?
Gözlerimden şimşekler çıkarak ona bakıyorum… “Nasıl yani?” deyince açıklama ihtiyacı duyuyor sessiz konuşmasını: “Ben de hiç sevmedim okul hayatını, bence de sıkıcı. Üstelik daha o kadar uzun bir okul hayatı var ki…” demez mi?!!
Gel de bunalıma girme. Halbuki yuva çok eğlenceli. Bir sürü oyunlar, resim, müzik, sevdiği arkadaşlar, bahçe saati, koşturma, vs. vs.
Evet anlayabiliyorum tabii, her sabah aynı saatte kalk, hazırlan, okula git, yemek ye, biraz uyu, tekrar oyna ve eve dön. Ertesi sabah aynı düzeni tekrarla. Belki de sıkıcı ama evde oturmak bence daha sıkıcı.
Birkaç arkadaşıma soruyorum. Kimisi bunu hiç yaşamamış. Yorum yapamıyor. Kimisi okulda minicik de olsa birşey canını sıkmıştır, şu an tam ifade edemiyordur. Seneye beklemediğin bir an çıkar diyor.
Benim pozitif kuşum annem, dönemseldir geçer diye bana güç vermeye çalışıyor. Bu dönemler hiç bitmiyor ki… Hayatımız çok renkli. Her an yeni bir döneme giriyoruz, tam bu bitti derken ufak bir es ve tekrar yeni döneme merhaba!
Öğretmeni yumuşak bir yaklaşımla Maya’ya okulda istemediği hiçbir şeyi yaptırmayacaklarını söylüyor. Bana da sabırlı olmamı, bazen çocukların böyle dönemleri olduğunu, bunun hem kıştan hem de süreklilikten kaynaklanan bir sıkılma olabileceğini, aynı zamanda neyi ne kadar yaptırabilirimi denemek isteyebileceğini söylüyor. Yani olasılıklar çok geniş.
Fakat bugün Maya okulun ne kadar esnek olduğunu test etmeye karar vermiş görünüyor. Zira gün ortasında aradığımda, öğlen sadece yoğurt yediğini, öğle uykusunu reddettiğini, alternatif olarak sunulan oyunları da istemediğini belirttiğini öğreniyorum. Aradığım esnada Maya bir sandalyeye oturmuş, gözlerinden uyku akmasına rağmen uyumamakta direniyordu. Bakalım günün devamı nasıl geçecek.
Belki de gerçekten hepimiz sınavdayız da haberimiz yok. Hazırlıksız yakalandık. Okul anılarım canlandı: Herkes kağıt kalem çıkartsın. POP QUIZ!
Gelişmelerden sizi haberdar edeceğim. Bu arada böyle birşey yaşamış olanlar şu zavallı anneye acıyıp beni aydınlatsınlar çok rica edicem. Yalnız uyarıyorum: şu an sadece ve sadece mutlu sonlara açığım 🙂
SI-KI-LI-YORUMMMMMMMMMMMM! Bilmem anlatabildim mi?