Tam Yağlı Süt Mü? Yağsız Süt Mü?

Bu yazı biraz başlıkla alakalı olacak sevgili dostlar. Arada değişiklik yapmak lâzım değil mi ama? Hep sürprizli konular olmasın ki bir “ağırlığımız” olsun… 🙂

Kasım ayında yazdığım “Benim Bızdık” başlıklı yazımda bahsettiğim çok değerli bir kişi vardı. Kendisine Maya’nın sınırda olan kolesterolü nedeni ile, saçları elektrik çarpmış gibi dik, gözleri yuvalarından çıkacak kadar kocaman olmuş bir anne olarak yardım ve yönlendirme almak amacı ile gitmiştim. Ofisinden çıkarken yüzümde bir gülümseme bile vardı. Hayat tekrar güzeldi… Düşünün artık.

Doç.Dr.Muazzez Garipağaoğlu’ndan bahsediyorum (www.elma-sbm.com).

Öncelikle size kendisini azıcık tanıtmayı kendime borç bilirim :

Muazzez Hanım öğrenimini Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nden 1980 yılında Diyetisyen ünvanı ile tamamlamış.

İstanbul Üniversitesi (İÜ) İstanbul Tıp Fakültesi (İTF) Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’nda göreve başladıktan 3 sene sonra o zaman yeni açılan İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü’ne transfer olmuş.

Ardından Yüksek Lisans ile Doktora ve Doçentlik ünvanlarını peş peşe almış.

6 ay İngiltere’de, 2 ay Amerika’da çocuk beslenmesi konusunda çalışmalar yapmış.

1990-2004 seneleri arasında Türkiye Diyetisyenler Derneği’nde önemli görevler almış ve çeşitli bilimsel ve sosyal faaliyetlerde bulunmuş.

Çocuk ve Adolesan Diyabetikler Derneği ile Çocuk Sağlığı Derneği’nin yönetim kurulu üyesi, Türkiye Diyetisyenler Derneği, İstanbul Şube’sinin Eğitim Komisyonu üyesi olan Muazzez Hanım’ın beslenme ve diyetetik alanında makale, derleme, bildiri ve kitap şeklinde yayınlanmış 40’ın üzerinde bilimsel yayını var.

Halen İÜ. Çocuk Sağlığı Enstitüsü ile İÜ. İTF. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı’nda görevine devam etmekte.

Boru diiilll yaniiii… Dop dolu bir insan. Şimdi yaptıkları arasında benim gibi kafayı yemiş anneleri sakinleştirmek ve onların kendisini sürüklediği yerlerde seminer vermek de var.

Neyse efendim, uzun lafın kısası kendisi geçen hafta benim bızdığın okulu Robert Yuva’daydı.

En sakin hali ile bence insan sağlığının temeli olan beslenmeyi hepimizin anlayabileceği dilde anlattı bize.

Doğal olarak iki saatlik toplantının tamamını sizlere aktaramayacağım ama bence önemli olan bazı detayları paylaşmak istiyorum.

* Süt içen çocukların sürekli yağlı süt mü tüketmesi gerektiği konusu konuşuldu. Hayır efendim.
0-2 yaş tam yağlı
2-5 yaş 50% yağlı

5 yaş ve üzeri içinse yağsız süt tüketmek son derece yeterliymiş.

* Gelelim meyve sularına: piyasadaki kutulanmış meyve suları CISSSSS. Taze meyve suları? CIK CIK… Yani pek önerilmiyor. “Ama taze onlar” dediğinizi duyar gibiyim. Evet doğru ama öncelikle bir bardak meyve suyu için 3-4 adet meyve gerekiyor. Bu bol kalori ve şeker demek. Üstelik meyvenin en faydalı yeri olan posasını atıyoruz. Ayrıca meyve suyunu sıktığımız ilk 10 dakikada içerisindeki C vitamini 40% oranında azalıyormuş. Sonrasında da azalmaya devam ediyormuş tabii.

* Pek çok beslenme modeli var malum, ilgilenenler bilir. Ve son senelerde yapılan araştırmalar en doğru olanının Akdeniz beslenme modeli olduğunu ortaya çıkartmış. Bu hem büyükler hem küçükler için geçerli. İşte size şeması:

* Ya şu çok popüler Omega3 ve Omega6 neden bu kadar önemli? Efendim, bebek beyin ağırlığının yarısını Omega3 ve Omega6 oluşturuyormuş. İşte bu nedenle alınması çok çok önemli.

* Kızartmalar neden CISSSSSSSSSSSSSS? Yağlı olması falan bir tarafa, ayrıca kanserojen olmasından dolayı. Çünkü yağ 100C’den sonra kimyasını değiştirmeye başlıyor. Kızmış yağ kaç derece biliyor musunuz? 185C!!! Eh, sonucu da belli… Peki kızartmalar için ne kullanacağız: dön dolaş gel zeytinyağ 🙂 Ben sanıyordum ki zeytinyağının kızmaması lazım kovalar sonra (ha ha ha – pardon.)
Çok özür dilerim bu cıvıklık için ama sizi baymamaya çalışıyorum. Gerçekten ben zeytinyağı kızartmalarda kullanılmaz sanırdım ama meğer yanlış inanışlardan biriymiş bu da.

* Tereyağ masum mu? Pek değil. Bir anne sordu sabahları yedirip yedirmemek konusunu. Çocukların yediği pek çok üründe (süt, peynir dahil) tereyağ zaten bulunduğundan, ekstra vermekle gereksiz yere yağ depolandığını öğrendik.

Tüm bu bilgilere ek olarak Muazzez Hanım kendisine getirilen minik hasta/danışanlarından bahsetti. Kilolu olanların çoğunun ortak noktası anne ve babanın da kilolu olması. Ancak buradan hemen “genetik anlamda bu çocuk da kilolu, yapacak pek birşey yok” sonucu çıkarılmamalı. Çünkü asıl sorun ebeveynlerin edindiği ve miniklere sunduğu yanlış beslenme alışkanlıkları. Bir baba çocuğu uslu dursun diye sürekli cebinden çikolata çıkarıp veriyormuş görüşme boyunca mesela. “Acil durumlar” için yanında taşırmış çikolatayı.

Bir de çocuğu yemeyenler var, unutulmaması gereken. Onlar için ne önerildi?

* Öncelikle çorba içmemeleri ya da çok çok az miktarda içmeleri – sıvı mideyi şişirir, tokluk hissi verir
* Aynı şekilde diğer sıvılar, süt, meyve suyu gibi içecekler yemeklerden önce içirilmemeli
* Kepekli, tam buğday ekmek yerine beyaz ekmek tercih edilmeli (çünkü ilki hemen doyuruyor)
* Çocuğun üzerine gidip, burnunu tıkayıp ağzından sokmamalıymışız. Sanki hiiiç umrumuzda değilmiş gibi yapıp (rol kesicez yani), sonra oraya buraya sağlıklı gıdalar (örneğin yoğurt, ekmek, havuç gibi) bırakıp zamanla kendisinin yemek istemesini beklemek daha doğru bir yaklaşımmış.
* Seçenek sunmak önemliymiş. Ama bu da en fazla iki seçenekle sınırlandırılmalıymış. Yani köfte ya da mercimek mesela gibi. Bir üçüncüsü (pizza, omlet,…) olmamalıymış ki alışkanlık halini almasın iş ve de bize de yazık olmasın.
* Sevilmeyen bir yiyeceği aralıklarla 8 defa denetmek önemliymiş. Çoğu zaman 7. veya 8. denemede çocuk sevebiliyormuş. Sabreden derviş meselesi yani.

Daha pek çok sistem vardır mutlaka ancak biz temel olarak bunlara değindik, konuşulacak çok konu vardı zira.

Sohbetimizin belki de en önemli noktalarından biri okulların beslenmedeki önemli rolüydü. Bu kadar ince eleyip sık dokuyarak seçtiğimiz ve bızdıklarımızı emanet ettiğimiz okulların, eğitime verdikleri önem kadar beslenmeye de özendiklerinden emin olmamız gerekiyor. Sonuçta artık çocuklar 2 yaş itibari ile yuvaya gitmeye başlıyabiliyorlar. Bazı okullarda hem sabah kahvaltısı, hem öğle yemeği veriliyor. Yani günün en önemli iki öğününü evlerinin dışında yiyorlar. Ara öğünleri de eklediğinizde iş daha da önemli bir hâl alıyor.

Bizlerinse dikkat etmesi gereken şu aslında: kendi beslenme şeklimizi objektif olarak inceleyip, yaptığımız hataları miniklerde yapmamak. Gerçekten kilolu bir çocukluk ya da tam tersi kemikleri çıkmış bir bebek, daha da zor geçebilecek bir gençlik dönemini ve sağlıksız bir bireyi işaret ediyor. Hem de gözümüzün önünde alarmlar çalıyor. Mutlaka ve mutlaka sağlıklı ve yeterli beslendiğine emin olduğumuz bızdığımıza bir de spor aşkını aşılayabilirsek hayatta sırtı yere gelmez diye düşünüyorum.

Formül basit: evde ve okulda sağlıklı beslenme + bol hareket = sağlıklı bızdık (“Kolaysa sen yap” dediğinizi duyar gibiyimmmmm)

Ne dersiniz? Miniklerin okulunda söylendiği şekli ile “BAŞARABİLİRİZ!!!”

 

2 Comments

  1. Bende bugünlerde şu sağlıklı beslenme konusuna bayağı kafayı taktım, yazı süper bilgilendirici oldu.. dün oğluma yaptığım sigara böreğini zeytinyapında kızartmıştım , evde başka yağ bulunmadığından daha doğrusu almadığımızdan '' ay olur mu böyle '' diye çok düşündüm. Yazınla içim rahatladı :)
    Reply 24 February 2010 at 13:06
  2. akineta
    Teşekkürler, basitce sıkmadan genel bilgiler verilmis çok da iyi olmus :)
    Reply 18 March 2012 at 21:59

Leave a comment