Category: Başkaları İçin

Bayramın Asıl Amacı
Bayramın Asıl Amacı

Geçen gün anneanneleri Maya ve iki kuzenine bayramın ne olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Önce “Şeker Bayramını”  anlattı. “Şeker” kelimesini duyunca hepsinin gözleri parıldadı 🙂 (more…)

Bir Dilek Tutsam

Bir dilek tutsanız ilk ne olurdu? En başta, ilk anda aklınıza gelen şey nedir? Sizce bu hayatta sizi en çok ne mutlu eder?

Sağlık?

Mutluluk?

Başarı?

Ekonomik refah?

Huzur?

Güzellik?

Ne zor bir soru değil mi? İnsanın bir tane dilek dileme şansı olsa, ne dileyeceğini şaşırıyor. Aklına pek çok dilek geliyor, pek çoğu diğeri olmadan bir işe yaramıyor. Sadece sağlık yeterli mi mesela çok fakirseniz?  Ya da çok zenginlik mutluluk mu demek, eğer sağlığınız tehlikedeyse?

Bir Dilek Tut’tan bahsetmiştim size birkaç yazı öncesinde.  İşte Bir Dilek Tut, 3-18 yaş arası hayati tehlike taşıyan bir hastalığa sahip çocukların dileklerini  yerine getirmek ve bu şekilde onları daha fazla hayata bağlamak üzere kurulmuş. İşleri zor.  Çünkü pek çok aile maddi yardım ya da ihtiyaç karşılanması beklentisi içerisinde. Zor durumda olan çocuklarının ne hayal ettiği öncelikli değil, daha önemli sıkıntıları var zira.

Ama bence burada yapılmaya çalışılan çok çok önemli. Pek çok hastalık olumlu bakış açısı ve yapıcı bir yaklaşımla sağlığa dönüşebiliyor.  Öyle olamasa bile o kısacık zamanda bir miniğin hayal edebilmesi ve bunun gerçekleşmesi kadar güzel bir şey var mı sizce?

Bugün özel bir gün. Size bahsetmiştim, ilk dilek gerçekleştirileli tam 30 sene geçmiş. Bugün “29 Nisan Dünya Dilek Günü”…

Türkiye ve pek çok ülkede kutlanıyor.

Ben de bugün bu güzel derneğe birazcık da olsa yardım edebilmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum. 

Bugün benim görevim Ortaköy’de dernek adına tanıtım yapmaktı. Benim gibi iki gönüllü daha Ortaköy’deydi. Ortaköy’ü bana sunulan seçenekler arasından seçtim. Diğer bölgelere göre evime yakın, Sihirli Sayfalar’a yakın (malum bugün okuma saatimiz var),… Zaten nereyi istesem onlar için uygun, her türlü destek kucak açılarak karşılanıyor sonuçta.

Yapmamız gereken, bugüne özel hazırlanmış broşürleri ve yaka iğnelerini (çok güzel mavi bir yıldız) karşılaştığımız kişilere vermek, iğneleri takmalarını sağlamak ve dernek hakkında bilgi vermek. Para istemek yok, kontakt bilgisi gibi şeyler istemek yok, uzun anketler doldurtmak yok,  kayıt almak yok,… Gayet masum bir çalışma.

Ben öyle düşünüyorum ama halkımız fazlasıyla tedbirli (!)…

Çoğu kişi benim onlara doğru bir adım atmamla birlikte, benden kaçmaya çalışıyor. Yarım yamalak dinliyor, söyleneni duymuyor bile. Yüzlerinde garip ifadeler.  “Konuş konuş heyecanlı oluyor” tarzı daha ukala olanlarından, “Ayyy gene mi tanıtım, bıktım, duymak istemiyorum” şeklinde bıkkın olanlarına, gördükleri an cüzzamlı gibi kaçışanlarına,… Çeşit çeşit, cins cins,…

Hatta bir aşamada birisi bana öyle ters davrandı ki, oradaki kahvede çalışan eleman bile bana acıdı da yanıma gelip “Abla sen üzülme, ver bana bir rozet daha, ben birilerine takarım. İnsan mı bunlar?!!” diye beni teselli etmeye çalıştı 🙂

Bu arada ben de kendi adıma bu tecrübeden bir ders çıkartmadım değil. Ben de eminim hiç tanımadığım, elinde bana doğru uzatmış olduğu bir rozet, broşür veya benzeri bir eşya ile yaklaşan bir kişiyi çoğu zaman dinlemiyorumdur.  Hiç bir zaman ters ya da aşağılayan bir tavır içinde olmam zira biliyorum ki onlar da bir iş yapma derdinde. Ama dinlemediğim çok olmuştur.  İnsan ancak kendini o konumda bulunca işin iç yüzünü anlayabiliyor.

Ha, hakkını yemeyelim, gayet güzel dinleyen, rozetini yakasına takan, hatta bizi görünce kendiliğinden gelenler de oldu. Anlattıklarımızı “duyanlar” bize teşekkür ettiler.  Nasıl destek olabileceklerini sordular.  Başkalarını getirip, onlara da rozet taktıranlar oldu.

Saat 16:15 gibi koşar adımlarla oradan ayrılıp, okuma saatimize yetiştim. Bu sefer ben okumayacağım, ENKA Okulları Anaokul Kütüphanesi Öğretmeni Ebru Hanım okuyacak. Ama olsun, ben ön ayak olmuşum, Ebru Hanım gönüllü olmuş, mutlaka orada olmalıyım.

Okuma saati ve aktivitemiz bitip de tam Ortaköy’e dönecekken, oradaki arkadaşlardan telefon geldi. Kısa bir süre sonra aktiviteyi sonlandıracaklarını anlattılar bana. Ortaköy halkı ve ziyaretçileri tam bir hayal kırıklığıydı. Kimse ilgilenmiyordu ve daha fazla orada vakit geçirmeye gerek yoktu.

Böylece bugünlük yardımım sona ermişti.

Kızıcığımı okumadan alıp, eve doğru giderken düşüncelere daldım.  Bu vatanın çocukları için bir şey dilesem, ne dilerdim? Herhalde bugünkü tecrübeden sonra daha duyarlı yetişkinler dilerdim.

Ya siz ne dilerdiniz?

Dileklerimiz Olmasa

Geçenlerde Maya ile bir kitap okurken, kitaptaki bir ayının dilek tutmasıyla ilgili bir cümle vardı. Maya’da hemen bana dönüp “Annecim, dilek nedir?” dedi.

Ben de ona “İstediğin bir şeyi düşünürsün ve olmasını hayal edersin. Mesela doğumgününde sana alınmasını istediğin bir hediyeyi düşünüp, isteyebilirsin. Bu bir dilektir. Bazen bu dilekler gerçek olur” diye mümkün olduğunca basit bir şekilde izah etmiştim.

O da bunun üzerine Batman ve Spiderman hediyesi dilediğini söyledi bana 🙂 Şu ara hayatımızın baş karakterleri Batman ve Spiderman. Büyük ihtimalle örnek aldığı ve çok sevdiği kuzeninden esinleniyor bizimki.

Neyse, benim bu yazıda bahsetmek istediğim farklı farklı dilekler ve bu dilekleri öncelikle keşfetmeyi, ardından gerçekleştirmeyi kendine görev bilmiş bir dernek: Bir Dilek Tut. (www.birdilektut.org)

Bir Dilek Tut ile ben geçen sene tanıştım. Amaçları çok hoşuma gitti. Klasik yardım kuruluşlarından farklılıkları vardı. Ben de birbirinin aynı işleri yapan kurum ya da kişilerdense, kendine göre bir farklılık göstereni daha kıymetli buluyorum. Bir farklılık yaratabilmek hem düşünce, hem fazlasıyla emek, hem de kendine güven gerektirir. İşte Bir Dilek Tut da bu derneklerden bir tanesi.

Çoğunuz belki çalışmalarını takip ediyorsunuzdur ama bilmeyenlerin de olduğunu gördüğüm için burada size biraz bilgi aktarmak istedim.

Bir Dilek Tut, 1980 yılında ABD’de lösemi hastalığından ölmek üzere olan 7 yaşındaki bir erkek çocuğunun bir dilekte bulunmasıyla ilk tohumlarını atmış. Onun en büyük dileği büyüyüp, polis olmakmış. Bunu öğrenen annesi, birkaç arkadaşı ve Polis Departmanı bu dileği yerine getirebilmek için işe koyulmuşlar. Çocuk için bedenine uygun üniforma, kask ve bir mini polis motosikleti temin edilip, kendisi için hazırlanan özel testi geçtikten sonra polis rozetine de hak kazanmış bu ufaklık.

Bundan iki gün sonra ölen küçük çocuğa, ABD’nde ilk defa bir sivile, resmi cenaze töreni düzenlenmiş ve bu dileğin gerçekleşmesinde rol alan polislerden ikisi tarafindan dilek gerçekleştiren bir vakfin temelleri atılmış.

Bugün bu vakıf dünyadaki en büyük dilek gerçekleştirme kuruluşu olup, 30 ülkede faaliyet gösteren şubeleri ile uluslararası ölçekte etkinliklerini yürütmekte.

2000 senesinde de Türkiye’de çalışmalarına başlamış.

Ben de kendimce yardımcı olmak istedim onlara. Öncelikle bir eğitimden geçmem gerekiyordu. Uygun eğitim gün ve saati belirlendikten sonra, gayet güzel bir sunum ve ardından gelen bilgi paylaşımıyla kanım kaynamaya başlamıştı bile.

Derneğin çeşitli konularda desteğe ihtiyacı oluyor. Finansal destek tabii ki her zaman önemli – gerçekleşecek dilekler var çünkü. Ama bunun da ötesinde, dilek dileyen çocukların dileklerini keşfedecek, onlarla belirli bir yakınlığı kurup hayal etmelerini sağlayacak gönüllülere ihtiyaç var.

Dünyası hastahane-ilaç-ev etrafında dönen bu çocukların hayalleri bazen sadece ihtiyaçlarla sınırlı kalıyor. Bir Dilek Tut’un ise amacı ihtiyaç olunan bir yatak odası takımının teminindense, çocuğun ulaşamayacağını düşündüğü, belki hayal etmeye bile korktuğu bir güzelliğin gerçekleşmesini sağlamak.

Bu hayali keşfettikten sonra asıl heyecan başlıyor. Nasıl gerçekleştirilebilir? Ünlü kişilerle tanışma varsa bu hayalin içinde (mesela ünlü bir futbolcu), o zaman öncelikle kişiyle kontağa geçilmesi gerekiyor ya da prenses olmak istiyorsa o minik, o zaman prensesler nerede yaşar, ne yapar, tüm detayları düşünülüp, nasıl uygulamaya konulacağı konuşuluyor hararetle.

Hepsi genç genç insanlar. Heyecanlı, istekli, engel tanımayan. Ben bir toplantı gününde ofislerindeyken, pat diye Galatasaray Üniversitesi’nden iki genç kız geldi mesela. “Nasıl yardımcı olabiliriz?” diye merak etmişler, uğramışlar.

Bir Dilek Tut beni etkiledi. Bir tek çocuklarla tanışma konusunda kararsız kaldım. Sevgili eşim, beni gayet iyi tanıdığı için uyarma ihtiyacı duydu: “Sen şimdi duygulanırsın, sonra bağlanırsın bu çocuklara. En sonunda da çok mutsuz olursun. İstersen farklı şekillerde yardımcı ol.” dedi. Ben de aynı tereddütü yaşıyordum. Şimdi konuşurken gözlerim dolarsa, saçma sapan bir duygusal duruma sokarsam kendimi, karşımdakini de huzursuz edeceğim,…

Fakat aklım da hep onlarda. Nihayet bir fırsat yakaladım. Para yardımı hariç, ilk fiziksel, bana göre ilk gerçek desteğimi haftaya Perşembe vereceğim.

Haftaya Perşembe Bir Dilek Tut için önemli bir gün. Çünkü 29 Nisan 1980 tarihinde dilenen ilk dilekten bu yana tam 30 sene geçmiş. İşte bu nedenle haftaya Perşembe günü, Bir Dilek Tut ülke çapında kutlama ve tanıtım çalışması yapıyor.

Ben de onların istediği ne varsa yapacağım. Şimdilik bana söylenen Beşiktaş sahil boyu flyer ve iğne dağıtımı yapılacakmış. Yarım günümü ayırmam gerekirmiş.

“Tamam! Başka?” dedim.

“Şimdilik bu kadar. Amaç Bir Dilek Tut’u daha fazla duyurmak, tanıtmak.” dediler.

“Benim çok şeker arkadaşlarım var. Yardım etmek isteyebilirler, olur mu? Bloğumdan da duyururum.” dedim.

Nazikçe teşekkür edip, “Eğitim almış olmaları gerekiyor. Gerektiğinde dernek hakkında bilgi de vermek lazım çünkü” dediler.

Yani sizlere düşen, haftaya Perşembe elinize birileri bir broşür tutuşturmaya çalışırsa, o kişiyle ilgilenmek, bilgi almak, söylediklerini duymak. Sonra da kendinize uygun gelen şekilde destek vermek.

Hepinizin haftaya Perşembe çok önemli bir görevi var anlayacağınız… Kolay gelsin 🙂

Not: Bu görevden yorulup da sizin bızdıkları okuma saatine getirmezseniz bozuşuruz yalnız, şimdiden uyarıyorum!!!

Paylaşmayı Öğrenmek

Yapılan araştırmalar paylaşmanın aslında insanın doğasında olmadığını, sosyal anlamda “öğretilen” bir şey olduğunu belirtir. Öncelikle biz ebeveynler çocuklarımıza paylaşmanın “güzel” bir şey olduğunu öğretmeye çabalarız.

Hatta onları zorladığımız anlar da olur. Onlar içinse eşyaları son derece kıymetlidir. “Senin oyuncağın benim oyuncağım. Benim oyuncağım yine benim oyuncağım” felsefesini benimsemiş çocuklara aksini anlatabilmek zor ve zaman isteyen bir çalışma sevgili dostlar.

Bu sadece çocuklar için böyle değil tabii. Bazen büyükler de paylaşmaktan çok haz etmiyorlar. Buna en güzel örnek – eğer seyrediyorsanız – Friends dizisinin bir bölümündeydi.


Gruptaki en çocuk kalmış karakteri canlandıran Joey’nin vazgeçemediği iki şeyden biri kızlar, ikincisiyse yemektir. Meşhur kız tavlama anlarından birinde, potansiyel kız arkadaş hayatının hatasını yaparak, Joey’nin kendisi için sipariş ettiği yemeğin tadına bakmak ister. Birkaç manevradan sonra başarılı olamayıp yemeğini kaptıran Joey, iyice sinirlenerek, “JOEY YEMEĞİNİ PAYLAŞMAZ!” diye bağırır ve tabii bu da ilişkinin sonu demek olur 🙂

Bizim ailede kıyafetler elden ele dolaşırdı. Anneannem anneme, annemden bizlere; büyük teyzem adaş kuzenim Defne’ye, ondan ablama ve en nihayetinde bana ulaşırdı elde ne varsa. Biz böyle elden ele dolaştırmaya çok alışık olduğumuz için hâlâ kullanmadığımız kıyafetlerimizi verecek uygun kişiler ararız. Kimisi almak istemez kullanılmış kıyafeti ya, (gerçi şimdi ikinci el mağazaları bile var) işte biz onlardan değiliz. Alışığız elden ele dolaştırmaya.

Bu da bir paylaşım yöntemi aslında ve çocuklarımıza öğretilmesi gereken bir davranış şekli. Şimdi ailemizin en küçüğü Maya’nın kuzeni Ceylin olduğu için, Maya her küçülen eşyasını Ceylin’e ayırıyor gururla. Çünkü bu Maya’nın büyüdüğünün bir göstergesi ve ailede artık en küçük o değil diye pek bir mutlu 🙂

Çok uzattım ama aslında gelmek istediğim nokta biraz bilgi aktarmak, herkesin işine yarar düşüncesiyle.

Artık kullanmadığım ve ailede de kimsenin ilgi göstermediği (İş tersine döndü, şimdi ben anneme ya da ablama verebiliyorum kullanmadıklarımı, hatta bazılarını babam bile kullanıyor!!! Nasıl olur demeyin oluyor, kocaman hırkalar falan tam ona göre) kıyafetleri toparlayıp Acil İhtiyaç Projesi Vakfı‘na gönderiyorum normalde. Onlar kıyafetleri ülkenin çeşitli illerinde ihtiyaçlı olanlara ulaştırıyorlar. Tabii sadece kıyafet değil, her türlü malzeme için gerekli ulaşımı gerçekleştiriyorlar. www.aipvakfi.org

Ancak bir grup eşyam var ki, inancım, bu vakıf aracılığıyla ulaştırılan kişilerin pek de işine yaramayacağı yönünde. Neler mi? Mesela tayyörler, eşimin takım elbiseleri, şık elbiseler, vs. Yani zamanında iş hayatımızda kullanmış olduğumuz, ancak senelerdir dolap bekleyen, öte yandan gayet iyi durumda olan kıyafetler. Hani insanın pek de kıyamadığı, kimselere vermeye elinin gitmediği eşyalardan bahsediyorum. Öte yandan eşyalar belli ki kullanılmıyor ve kullanılmayacak. Boşu boşuna dolapları doldurmaya devam edecek. Acaba nereye yollasam, kime versem diye düşünürken imdadıma İpekciğim yetişti. Onun sayesinde Marmara Üniversitesi‘nin dükkânından haberdar oldum.


Marmara Üniversitesi’nde yaklaşık 51,000 adet öğrenci varmış. Bu öğrencilerin büyük çoğunluğunun maddi imkânı çok iyi değilmiş. Bu nedenle destek amaçlı bir mağaza açmışlar okulun içerisinde. Bu mağazada ev eşyasından, kıyafete kadar her türlü bağışlanmış ürün satışta. Satışta derken fiyatlar 1.5 ile 5 TL arasında! Yani amaç alınan malın karşılığında bir ödeme yapılmış olması ki ben bunu çok mantıklı buldum.

Burada yine öğrenciler çalışıyor, maaş alıyorlar. Örneğin dersleri öğledensonra olan bir öğrenci sabah 09:00-12:00 arasında mağazada çalışıyor, ardından derslerine giriyor, hem de para kazanmış oluyor.

Eve çıkanlar için ev eşyası lazım oluyor, iş görüşmelerine gidecekler için takım elbise ya da güzel bir etek gerekebiliyor.

Gelen mallar elden geçiriliyor. Özellikle kıyafetlerde bazen kişiler ellerinde kullanılmayan ne varsa yolluyormuş. Bunlardan bazıları pek iyi durumda olmuyormuş. Onları ayıklıyorlar ve Darülaceze’ye yolluyorlar. Yani her türlü değerlenmiş oluyor eşyalar.

Kimler eşya yolluyor/getiriyor diye merak ettim. Gönüllü derneklerden, üniversite personelinden, öğretim görevlilerinden ve bizim gibi dışarıdan kişilerden eşya geliyormuş.

Sevgili eşimle topladık kullanmadığımız cicilerimizi, Marmara Üniversitesi’ne haber verdik (Tel: 0216-3383869 Dahili 148) Resmi araçla geldiler, kapımızdan aldılar. Avrupa yakasındakiler için haftada bir gün (Çarşamba) alım yapılabiliyor ancak Asya tarafı için çok daha hızlılar.

Hem eşyalarımızın başkalarının işine yaramasından, hem doğru bir adrese yollamış olmaktan ötürü mutlu olduk. Üstüne üstlük dolaplarımız hafifledi, gereksiz eşyalardan kurtulmuş olduk.

Siz de hafiflemeye ne dersiniz? Bahar da geldi zaten…

İmkansız(!) Periler

Geçen hafta peş peşe mailler gelmeye başladı, önce sevgili Begüm’den, ardından başka yakınlarımdan – “İmkansız(!) Periler…” kitabının satışı ile ilgili olarak.

Belki sizlere de gelmiştir, hatta kitap şu an evinizde okunmuş bitmiştir bile.

Bilmeyenler için baştan başlayayım:

Hepimizin saygıyla andığı, bu ülkede yetişmiş tartışmasız en kıymetli, en üretken insanlardan birisi olan Prof.Dr.Türkan Saylan hakkında, ölümünü takiben bir gazetenin yazdığı, insanın tüylerini ürperten, midesini bulandıran bir yazıya karşı bir protesto ve Sayın Saylan’ın bebeği Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği‘ne yardım amaçlı bir kampanya ile ilgiliydi gelen mail.

Bana düşen kitabı hemen almaktı. Öyle de yaptım. Kitap sadece D&R;’larda satılıyor. (Kitap dağıtımı için sponsor olduklarından olsa gerek.)

Bana düşen ikinci görev de sizlere 0 km.bızdıklar sayesinde bu duyuruyu yapmaktı. Onu da şimdi yapıyorum.

Benim burada üzerinde durmak istediğim, Sayın Saylan’a yapılan saygısızlıktan da öte, ne kadar kıymetli bir çalışma yapıldığından sizleri haberdar etmek aslında.

“İmkansız(!) Periler…” METRO Group liderliğinde okutulan 1,000 kız çocuğunun hikayesini anlatan bir kitap. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Genel Başkanı Sayın Türkan Saylan’ın yönlendirmesiyle ilk etapta 100 çocuğa destek vermeye başlayan METRO Group, kademeli olarak bu sayıyı 1,000’e çıkartmış.

Bu kitap ise, METRO çalışanlarının bu çocukları ziyaret etmesiyle oluşmuş. İşte o çocukların tek tek hikayesi, resimleri ve yaşadıkları derlenmiş toparlanmış, bizlere sunulmuş. Ben okudukça hem üzüldüm – çocukların bu kadar zor şartlarda yaşamalarına, hem de sevindim – ileri görüşlü, açık fikirli, onları destekleyen aileleri olduğu için.

Kitabın geliri ÇYDD’ne bağışlanacak. Eğer tükenmediyse hemen almanızı tavsiye ederim.

Kitabın arka kapağı da bence çok etkileyiciydi. Sizlerle paylaşmak istiyorum bir fikir vermesi açısından:

Hayat her pencereden farklı gösteriyor kendini bize…
Yeşil, kırmızı, tozpembe ve canlı renkler “imkânı” olanın her zaman yanında.

Peki, ya “imkânı” olmayanlar?

Onlar siyah ve beyaz arasında mahkûm bir hayat sürüyorlar…

Yokluklarla ve yoksullukla bezenmiş bir hayatın içinde imkânsız başarılar kazanan Perilerin hikâyesine şahit olacaksınız…

Aslında “imkânsız” denilen duygunun kendi içimizde yarattığımız bir perdeleme olduğunu anlayacaksınız…

Doğanın dengesine inat, zorluklarla mücadele eden ve her birinin ayrı masalsı hikâyesi olan İmkânsız(!) Periler… unuttuğunuz değerleri size tekrar hatırlatacak…

İşte yaşamın gerçek Perileri ve imkânsızı başarmanın hikâyesi…

Yalnız Oyuncaklara Yeni Arkadaşlar

Hani hep diyoruz ya, çocuklarımıza yardımlaşmayı, paylaşmayı öğretmemiz gerek diye…

Bunu kimi zaman bir arkadaşıyla teke tek oyun oynarken, bazen de okulda, yuvada, bir davette bir grup akranıyla birlikteyken öğretmeye çalışıyoruz.

Fakat bence tüm bu sistemlere ek olarak, ihtiyacı olan çocuklara kendilerinin artık kullanmadığı eşyaları hediye etmelerini öğretmek, hem de bu kadar küçük yaştan itibaren öğretmek son derece önemli.

Sadece paylaşmak anlamında değil, aynı zamanda kendilerinin ne kadar şanslı olduklarını da idrak etmelerini sağlamak amacıyla da önemli olduğu kanaatindeyim. Benim ve benim gibi pek çok arkadaşımın çocukları sınırlı bir çevre görerek büyüyor. Belirli bir semtte yaşayıp, belirli bir üçgen içerisinde hareket ediyorlar. Fazla uç noktaları henüz gözlemleme imkanları olmadı, olamıyor. Hayat telaş içinde akıp gidiyor. Bizler onlara tüm güzellikleri sunmak, mutlu olmalarını sağlamak isterken, belirli bir çerçevede sınırlı kalıyor, sınırlı bir bakış açısı veriyor olabiliyoruz çoğu zaman.

Çok sevdiğimiz bir arkadaşımız kızı yemeğini bitirmediği zaman, ona bu yemeği bulamayan çocuklar olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Yani zorla yedirmek amacı ile değil ama tabağına aldığı yemeğin çöpe gitmemesinin önemini vurgulamak amacı ile. Esprili bir dille kızına “Seni köprü altı çocuklarının yanına götürücem. Onların halini görünce belki anlarsın nelere sahip olduğunu” diyor, sonra da ekliyordu “Bizim çocuklar çok şımarıyor, her istediklerini veriyoruz ama kıymetini biliyorlar mı acaba?”

Ben de Maya’ya paylaşmanın bu yüzünü ve şeklini göstermek için çeşitli kampanyalara hep kulak kabartır oldum bir süredir. Bir dönem Starbucks kahve zinciri her kahve dükkanına bir sepet koymuştu. Oraya çocuğunuzun kullanmadığı kitap, oyuncak, ne varsa götürüp koyuyordunuz. Çok pratik, çok güzel bir çalışmaydı. Herkesin evine yakın bir Starbucks oldu artık nasılsa. Biz de Maya ile seçimimizi yapmış, elimiz kolumuz dolu Starbucks’ın yolunu tutmuştuk.

Bir diğer kampanya ToyzzShop‘taydı. Onlar da getirdiğiniz oyuncağı paketleyip, üzerine getiren çocuğun ismini yazıyorlardı. Ve yardımsever bızdığı da bir madalya ile ödüllendiriyorlardı.

Bu sene Leonardini‘de benzer bir çalışma yapmıştı yılbaşı döneminde.

Şimdi yeni duyduğum bir kampanya var. Ece benimle paylaştı, ben de sizlerle paylaşmak istiyorum: Yalnız Oyuncaklara Yeni Arkadaşlar kampanyası.

Bu kampanyayı düzenleyen, Haiti’deki depreme koşan ve günler sonra başarıyla yerin derinliklerinde kalmış kişileri çıkartarak, çalışmaların diğer kurumlarca da tekrar başlatılmasını sağlayan GEA. Belki sizler daha önce duymuşsunuzdur.

Tanımayanlar için, GEA, Toprak Ana demekmiş. 1994 senesinde, Yeni Yüksektepe Kültür Derneği bünyesinde kurulmuş olan bir Arama Kurtarma, Ekoloji ve Yardım Kampanyaları Grubuymuş.

Ulusal ve uluslararası alanda yaşamı tehdit eden bütün felaketlerde, canlı varlıkların hayatını korumak ve kurtarmak için gönüllü çalışmalar sürdürmekteymiş. Ancak buna ek olarak, sosyal anlamda da duyarlı bir kuruluş olduğunu çocuklar için yaptığı kampanyası ile gösteriyor.

Ece’nin yolladığı mailde ve kendilerinin internet istesi www.gea.org.tr ‘de çok güzel anlatmışlar. Olduğu gibi aşağıda bulabilirsiniz:

Yalnız Oyuncaklar Kampanyası 3. yılını tamamladı ve toplam 74 bin 139 oyuncak,91 okulda , 23 bin 865 yeni arkadaşı ile buluştu.

12 kampanya ile Şanlıurfa – Birecik, Adana, Mersin, Van, Ağrı, İzmir, Aydın, Ankara , Eskişehir, Trabzon-Of, Denizli illerinde süren macera bu defa İstanbul’a ulaştı.

Ve şimdi Yalnız Oyuncaklar 10-11-12 Şubat 2010’da İSTANBUL’da Karne Hediyesi Oluyor!!…

Artık oynanmayan, evlerimizin bir köşesinde öylece bekleyen yalnız oyuncaklarınızı GEA Gönüllüleri topluyor, temizliyor, onarıyor ve paketleyerek yeni arkadaşlarına kavuşturuyor. Bir zamanlar başucundan ayırmadığı oyuncaklarını paylaşmak isteyenler ve oyuncakların onarımı ve paketlemesine katılmak isteyenler, GEA ile irtibata geçebilir.

Evlerinizde öylece bekleyen yalnız oyuncaklarınızı 1 Şubat 2010 tarihine kadar GEA Merkez’e ulaştırabilirsiniz.

Kontakt bilgisi bana gelen mailde şu şekilde :

ADRES: Yeni Yüksektepe Levent Şubesi

Nispetiye Cad. Kerem 1 Apt. No: 32/11 Kat:4

1.Levent / İstanbul

Bilgi İçin:

Tel: 0212 268 04 08, Ali Uzun-0505 229 12 09

levent@aktiffelsefe.org
www.gea.org.tr
levent.aktiffelsefe.org

Bunun dışında internet sitelerinde kendi merkez adresleri var. Kim nereye yakınsa oraya yollayabilir diye düşünüyorum.

Tel : 0 216 3424848, Betül Ergün: 0532 350 54 15, Eda Ateş: 0537 387 66 87
Fax:0 216 3424848
Adres: GEA Merkez, İcadiye Mah. Makastar Sok. No:13 Kuzguncuk- Üsküdar
Email: gea@gea.org.tr

Çocuklarımıza kendileri ile aynı imkanlara sahip olmayan yaşıtlarıyla ellerindeki güzellikleri paylaşabilmeyi öğretmek için harika bir fırsat diye düşünüyorum. Siz ne dersiniz?