Tag: toplum

Yıldızlar Parladıkça
Yıldızlar Parladıkça

İçten bir e-mail ve beraberinde gelen harika bir yazı. Kimden geldiği bende saklı. Fakat Türkiye’nin hâlâ kırk fırın ekmek yemesi gerektiğini çok net gösteriyor maalesef. Önü açık olan gençlerin kendi akranları tarafından bile engellenmeye çalışılmasını insanın aklı almıyor. Ufak bir çevrede yaşıyoruz. Bunu sık sık hissediyorum. Bizler evlatlarımızın eğitimi için neyimiz varsa ortaya koyuyoruz; hem kültürlü olsun, hem sosyal olsun, hem kuvvetli bir eğitimi olsun istiyoruz. (more…)

Bir Dilek Tutsam

Bir dilek tutsanız ilk ne olurdu? En başta, ilk anda aklınıza gelen şey nedir? Sizce bu hayatta sizi en çok ne mutlu eder?

Sağlık?

Mutluluk?

Başarı?

Ekonomik refah?

Huzur?

Güzellik?

Ne zor bir soru değil mi? İnsanın bir tane dilek dileme şansı olsa, ne dileyeceğini şaşırıyor. Aklına pek çok dilek geliyor, pek çoğu diğeri olmadan bir işe yaramıyor. Sadece sağlık yeterli mi mesela çok fakirseniz?  Ya da çok zenginlik mutluluk mu demek, eğer sağlığınız tehlikedeyse?

Bir Dilek Tut’tan bahsetmiştim size birkaç yazı öncesinde.  İşte Bir Dilek Tut, 3-18 yaş arası hayati tehlike taşıyan bir hastalığa sahip çocukların dileklerini  yerine getirmek ve bu şekilde onları daha fazla hayata bağlamak üzere kurulmuş. İşleri zor.  Çünkü pek çok aile maddi yardım ya da ihtiyaç karşılanması beklentisi içerisinde. Zor durumda olan çocuklarının ne hayal ettiği öncelikli değil, daha önemli sıkıntıları var zira.

Ama bence burada yapılmaya çalışılan çok çok önemli. Pek çok hastalık olumlu bakış açısı ve yapıcı bir yaklaşımla sağlığa dönüşebiliyor.  Öyle olamasa bile o kısacık zamanda bir miniğin hayal edebilmesi ve bunun gerçekleşmesi kadar güzel bir şey var mı sizce?

Bugün özel bir gün. Size bahsetmiştim, ilk dilek gerçekleştirileli tam 30 sene geçmiş. Bugün “29 Nisan Dünya Dilek Günü”…

Türkiye ve pek çok ülkede kutlanıyor.

Ben de bugün bu güzel derneğe birazcık da olsa yardım edebilmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum. 

Bugün benim görevim Ortaköy’de dernek adına tanıtım yapmaktı. Benim gibi iki gönüllü daha Ortaköy’deydi. Ortaköy’ü bana sunulan seçenekler arasından seçtim. Diğer bölgelere göre evime yakın, Sihirli Sayfalar’a yakın (malum bugün okuma saatimiz var),… Zaten nereyi istesem onlar için uygun, her türlü destek kucak açılarak karşılanıyor sonuçta.

Yapmamız gereken, bugüne özel hazırlanmış broşürleri ve yaka iğnelerini (çok güzel mavi bir yıldız) karşılaştığımız kişilere vermek, iğneleri takmalarını sağlamak ve dernek hakkında bilgi vermek. Para istemek yok, kontakt bilgisi gibi şeyler istemek yok, uzun anketler doldurtmak yok,  kayıt almak yok,… Gayet masum bir çalışma.

Ben öyle düşünüyorum ama halkımız fazlasıyla tedbirli (!)…

Çoğu kişi benim onlara doğru bir adım atmamla birlikte, benden kaçmaya çalışıyor. Yarım yamalak dinliyor, söyleneni duymuyor bile. Yüzlerinde garip ifadeler.  “Konuş konuş heyecanlı oluyor” tarzı daha ukala olanlarından, “Ayyy gene mi tanıtım, bıktım, duymak istemiyorum” şeklinde bıkkın olanlarına, gördükleri an cüzzamlı gibi kaçışanlarına,… Çeşit çeşit, cins cins,…

Hatta bir aşamada birisi bana öyle ters davrandı ki, oradaki kahvede çalışan eleman bile bana acıdı da yanıma gelip “Abla sen üzülme, ver bana bir rozet daha, ben birilerine takarım. İnsan mı bunlar?!!” diye beni teselli etmeye çalıştı 🙂

Bu arada ben de kendi adıma bu tecrübeden bir ders çıkartmadım değil. Ben de eminim hiç tanımadığım, elinde bana doğru uzatmış olduğu bir rozet, broşür veya benzeri bir eşya ile yaklaşan bir kişiyi çoğu zaman dinlemiyorumdur.  Hiç bir zaman ters ya da aşağılayan bir tavır içinde olmam zira biliyorum ki onlar da bir iş yapma derdinde. Ama dinlemediğim çok olmuştur.  İnsan ancak kendini o konumda bulunca işin iç yüzünü anlayabiliyor.

Ha, hakkını yemeyelim, gayet güzel dinleyen, rozetini yakasına takan, hatta bizi görünce kendiliğinden gelenler de oldu. Anlattıklarımızı “duyanlar” bize teşekkür ettiler.  Nasıl destek olabileceklerini sordular.  Başkalarını getirip, onlara da rozet taktıranlar oldu.

Saat 16:15 gibi koşar adımlarla oradan ayrılıp, okuma saatimize yetiştim. Bu sefer ben okumayacağım, ENKA Okulları Anaokul Kütüphanesi Öğretmeni Ebru Hanım okuyacak. Ama olsun, ben ön ayak olmuşum, Ebru Hanım gönüllü olmuş, mutlaka orada olmalıyım.

Okuma saati ve aktivitemiz bitip de tam Ortaköy’e dönecekken, oradaki arkadaşlardan telefon geldi. Kısa bir süre sonra aktiviteyi sonlandıracaklarını anlattılar bana. Ortaköy halkı ve ziyaretçileri tam bir hayal kırıklığıydı. Kimse ilgilenmiyordu ve daha fazla orada vakit geçirmeye gerek yoktu.

Böylece bugünlük yardımım sona ermişti.

Kızıcığımı okumadan alıp, eve doğru giderken düşüncelere daldım.  Bu vatanın çocukları için bir şey dilesem, ne dilerdim? Herhalde bugünkü tecrübeden sonra daha duyarlı yetişkinler dilerdim.

Ya siz ne dilerdiniz?

Özel?

Özel kelimesinin sözlük anlamını bilir misiniz? Şöyle geçiyor:
1.Yalnız bir kişiye, bir şeye ait veya ilişkin olan. 2.Bir kişiyi ilgilendiren veya kişiye ait olan, hususi

Peki siz özel hayatınızı gerçekten koruyabiliyor musunuz?

Ben bazen korumakta çok zorlandığımı görüyorum. Kendim paylaşmak istediğim durumlar hariç, özellikle evlendikten sonra sosyal anlamda kişilerin evlerde olup bitenlerle fazlasıyla ilgilendiğini farkettim.

Herkes yaptığı yorumlar ya da sorduğu sorular hakkında o kadar rahat ki, farkında olmadan ben de aynı hatayı yapacağım diye çok korkuyorum!

Evet, bu özellikle evlendikten sonra artıyor. Nedenini tam anlayamadım ancak işin içine çocuk girdiği için olsa gerek, iş toplumu ilgilendirir bir hâl alıyor.

Kimse sizi sokakta durdurup, “İşe başlayalı bir sene oldu. Ne zaman terfi edeceksiniz?” diye sorma ihtiyacı duymaz ama sizin bir senedir evli olduğunuzu duyan kişiler hemen “Bebek ne zaman?” demekten çekinmezler.

Herkes bir bebeğin yeni bir aileye katacağı güzelliklerden bahseder durur. Ailelerin çocukları için genelde en büyük hayali, özene bezene yetiştirdikleri yavrularının kendilerine uygun bir eş bulup evlenmesi ve tez zamanda bir bebek dünyaya getirmesidir. Toplum da büyük bir aile olsa gerek ki, alakalı alakasız herkes özel sandığınız hayatınızla ilgili yorum yapma hakkını kendinde görür.

Herkeste bir telaş, bir acele. Evlendik ya, e hadi bakalım bu kadar rahat gezip tozmak, saltanat sürmek yeter. Niyet ne zaman? İlk gariplik burada aslında. Bu kadar özel bir konunun neden hiç çekinilmeden dile getirildiğini hâlâ çözebilmiş değilim.

Her ağzını açanı püskürtme metodları geliştirirsiniz en nihayetinde, eğer bizim gibi “özel” kelimesinin ne demek olduğunu biliyorsanız. Bazen de kişiler tam tersine her adımı anons ediyorlar. “Düşünüyoruz” ile başlayıp “Denemeye başladık” ile devam eden cümleleri sık sık duyuyorum. Bence mahsuru yok, eğer onlar için yoksa. Yeter ki benden aynı şeffaflığı beklemesinler. (Aslında belki de sistemle mücadele etmektense teslim olmak en hayırlısı, onlar doğrusunu yapıyorlar belli ki.)

Derken siz de doğanın gereklerini yerine getirip hamile kalırsanız, eşinizle önemli bir karar arifesine geldiniz demektir.

Kimi kişi hamile olduğunu öğrendiği an üç haftalık bebeğini herkese duyurmayı seçer. Eğer bizim gibi, “Aman dur bakalım kalıcı mı gidici mi? Şu üç ayı atlatalım da öyle söyleyelim” diye tedbirli davranmayı seçiyorsanız, vay halinize. Bir kere saklamak çok zor. Herkes zaten gözünüzün içine bakıyor “Ne zaman, ne zaman..” diye. E bir de alkol almamaya başlıyorsanız, çeşitli bahaneler uydurmak lazım. Her buluştuğunuzda mideniz bozuk olamaz ya. Ya da sık sık uykunuzun gelmesi, bazı kokuların durduk yere sizi rahatsız etmeye başlaması. Hepsine uygun bir açıklama lazım. Yani müthiş bir yaratıcılık istiyor bu iş. Yaaa kolay mı sandınız?

Neyse bu badireyi atlatıp, ilk üç ayın sonuna başarı ile geldiyseniz, bu sefer gerekli duyuruları yaparken size kızanlar olacaktır, haberiniz olsun. “Aaa üç ay da beklenir miymiş. Onlar ilk ayın sonunda söylemişlermiş. Neymiş efendim bu böyle saklamak…” Tek kelime söyleyeceğim, anlayacaksınız ne demek istediğimi: ÖZEL!


Bu kaosu da atlattıktan sonra hamilelik döneminin kalanı var önünüzde. Herkes bir yorum yapar, karnınızın görüntüsünden, kilo durumunuza kadar. “Senin karnın biraz sivri, kesin erkek (yoksa kız mıydı) olacak.” Ya da “Yüzün şişmeye başladı. Bu kız olacak. Kızlar annenin güzelliğini çalarlar.” (Yani çirkinleştim öyle mi?)

İşe devam edecek misiniz? Verdiğiniz cevaba göre bir yorum alırsınız mutlaka.

“İşe devam edeceğim, evi bir şekilde ayarlarım nasılsa.” deseniz, “Sen tabii şimdi anlamıyorsun bir bebeğin sana nasıl bir sorumluluk getireceğini…” tarzında bir yorum gelir.

Ya da “İşi bırakıp bebeğimin tadını çıkaracağım” diye cevaplarsanız bu soruyu, o zaman da “Ama bu kadar emek verdiğin kariyerini kesip atacak mısın? Bizim zamanımızda böyle yardımcı falan yoktu ama şimdi öyle mi…” diye cevap gelir.

Geçenlerde yeni tanıştığım bir hanım ne iş yaptığımı sorduğunda, az biraz eksiklenerek geçmişte yaptıklarımı sıralama ihtiyacı duydum önce. Yani “Ben eskiden harika bir iş kadınıydım aslında, şimdi böyle olduğuma bakmayın” demek istiyorum kendimce, nedense. Sonra da Maya’nın doğumunu takiben, daha part time bir şeyler yaptığımı, evden çalıştığımı anlattım. Kendi de aslında zamanında benim gibi bir seçim yapmış olmasına rağmen, dudaklarını büzüp, “Ama ben çocuğum 3 yaşına geldiğinde çalışma hayatına geri döndüm. Her kadının mutlaka yaptığı işe geri dönmesi lazım!” tarzında bir cevap yapıştırarak, kendini benden daha farklı bir seviyeye oturtmanın hazzını duydu.

Eskiden olsa bu tarz yorumlara kafa patlatırdım. Şimdiyse ne yaptığımı, niye yaptığımı, hedeflerimi net görebildiğim için olsa gerek, kafa sallayıp geçiştiriyorum.

Yorumların dışında bir de hamile olduğunuzda hiç tanımadığınız insanlar karnınıza dokunmaya başlarlar. Bu da enteresan bir yaklaşım değil mi? Parkta dolaşırken, karşıdan gelen bir adamın karnını okşama ihtiyacı hiç duyar mısınız? Ama bir kişi hamile olunca onun karnı herkese açık oluyor sanki.


Doğum anına kadar pek çok kişi kendi zorlu ve sizi endişelendirebilecek hikayelerini paylaşırlar uzun uzun. Kimse sizin o an bunları dinlemek istemediğinizi düşünmez nedense. Askerlik hikayeleri gibidir aslında hamilelik ve doğum hikayeleri. Anlatırken biraz biraz da eklenir üzerine, daha da duygusal anlamda yoğun olsun, anlatımı daha keyifli olsun (anlatan için) diye.

Gündelik yaşamınız sorgulanır, ne yiyorsunuz, hareket ediyor musunuz? Az mı hareket ediyorsunuz, çok mu? Tatlı istiyorsanız kız, ekşi ya da tuzlu istiyorsanız erkek doğacaktır kesin. Ultrasonla bakmaya ne gerek var?

Yanlış anlamayın, yakın çevrenizle bunları bir sohbet ortamında konuşmak farklı, sorguya çekilirmişçesine hakkınızda konuşuluyor olması daha farklı.

Doğumu takiben, evde bebeğinize bakım şekliniz yeni bir tartışma konusudur. Emziriyor musunuz? Emzirmiyor musunuz? Çok sevdiğim bir aile büyüğümüz bizi ziyarete geldiğinde Mayacık kısa sürelerde sık sık acıktığı için, sürekli emziriyordum. Bir, üç, beş derken hem bana acıdığı için, hem de görüntü sinirine dokunduğu iç
in olsa gerek, “Eee yeter yahu. Yedi bitirdi kızı!” diye Maya’ya kızmıştı 🙂

Bebeğinizi kucakta tutmanın yanlış olduğuna gönülden inanan bir grup, sizi esefle kınar, çocuğu “kucağa alıştırdığınız” için.

Öte yandan hayatınızda ilk defa tanıştığınız bir kişi, o esnada bebeğiniz çok ağladığı için hemen teşhisi koyar: bu bebek kolik.

Ya hijyen? Bebeğinizi korumak için gelen gidenden ellerini yıkamalarını isteseniz alınabilirler diye artık kıvranır durursunuz. Önceden planlar yapar, nasıl söylesek de alınmasalar diye çeşitli senaryolar geliştirirsiniz.

Yeni bir anne olarak zaten yeterince endişe ve bilinmez yaşayan biriyseniz, sadece ve sadece olumlu cümleler duyma ihtiyacınız ve sizin zamanlamanıza uyulma arzunuz başkaları tarafından algılanılamayabilinir. Artık özel diye bir şey kalmamıştır. Artık bir bebek vardır ve o bebeğin iyiliği için, herkes kendi uygun gördüğü sistemi empoze etmeye kararlıdır. Onlar da size böyle yardım ediyorlar, neden kızıyorsunuz ki?

Ağrılarınızdan dolayı pijama giyip dolaşsanız, hemen toparlanmanız önerilir. Ne o öyle salkım saçak dolaşmak insanın kendi(!) evinde. Hemen toparlanıp sokaklara atsanız kendinizi, bu sefer de fazla rahat olmaktan dolayı eleştiri toplayabilirsiniz. Zor yani.

Kilo vermeniz, yedikleriniz, içtikleriniz hepsi birer tartışma konusu artık.

Sokakta gördüğünüz, tanımadığınız insanlar bile uzaktan bir yorum yapar: “Şapkasını takın bebeğin. Hava bulutlu ama yine de güneş yakıyor” ya da “Çok rüzgar var. Arabanın önünü kapatsanız…”

Sizin bebeğiniz adeta onların da bebeği.

Bildiğim kadarı ile Afrika kabilelerinden çıkış yapmış ve bu durumu gayet iyi özetleyen bir deyiş var: It takes a whole village to raise a child!

Çocuğun doğduğu an, özel hayatın bitişi demektir sevgili dostlar 🙂