Tag: mutluluk

Hayatın Gerçek Sesi

Haydi bakalım, bu koşuşturmalı hayatınıza kısacık bir es verip, hayatın gerçek sesini duymaya ne dersiniz?

Bence hayatın gerçek sesi heyecanlarımız. Ama tatlı, ama ekşi, ama acı… Tüm heyecanlar hayatımızın renkleri aslında. Yaşananlardan akılda kalan anılara bir bakın, bir düşünün.

Aslında ilk akla gelip de saydıklarınız heyecanlı şeylerdir. Genelde de olumlu heyecanlar aklımıza gelir. Eşimizle yaptığımız romantik bir seyahat, arkadaşlarla yaşanmış keyifli anlar, iş yaşamımızdaki bir başarı, belki belirli bir proje, bebeğimizin ilk gülümsediği an,…

Geçen gün canım dostum Begüm’ün doğumgünü kutlaması için mekan arayışındaydık. Onunla telefonla konuşurken “Seni heyecanlandıran bir yere gidelim” dedim. Çünkü özel bir gün ve gerçek bir kutlamayı hak ediyor. Çünkü arkadaşım için “heyecan” önemli bir kavram.

İşte buradan yola çıkarak, ister çocuğuna bakmayı seçmiş bir anne olun, ister kariyerine odaklanmış bir kişi veya torunlarının keyfini sürmekte olan anneanne/babaanne, dedeler olun, heyecan her yerde. Fakat gerçek anlamda hissedebiliyor muyuz? Hissettiğimizde sonradan tarif edebilecek kadar özümseyebiliyor muyuz? Arada bir koşturmaya ara verip, sıradan gün ve anların dışına çıkıp, hayatımızdaki tatlı heyecanları sıralayabiliyor muyuz?

Ya sabah uyandığımızda? O gün bizi heyecanlandıracak bir şeyler bulabiliyor muyuz?

Çok mu istedim?

Belki de…

Ama neden olmasın? Neye odaklandığımızla ilgili bu bence. Malum benim pembe gözlüklerim var. Bir ara kaybetmiştim ama sonra onları bir şekilde geri getirdim şükür.

Fakat bundan da öte, heyecanlı olabilmek, beni heyecanlandıracak bir şeyler bulmak, sanki hayatımın merkezi. Heyecanlandığımda kalbim pıt pıt atıyor, karnımda kelebekler uçuşuyor, yüzüm sanki daha bir renkleniyor, hareketlerim hızlanıyor, damarlarımdaki kanın çok daha hızlı aktığını hissedebiliyorum. Yaşamaktan mutlu oluyorum.

Peki son zamanlarda beni neler heyecanlandırıyor?

En başta 0 km. bızdıklar beni çok ama çok heyecanlandırıyor. Kendi kurduğum, istediğim gibi geliştirebildiğim, onunla ilgili çeşitli projeler planladığım ve bu projeleri adım adım gerçekleştirdiğim için bu blog beni inanılmaz heyecanlandırıyor.

Bununla bağlantılı olarak, bilgisayarımın başına oturduğumda, uygun ortamı sağladığımda ki bu ortam güzel, dingin bir müzik – genelde caz müziği, beraberinde keyifli bir içecek – genelde kahve ya da şarap, evin keyifli bir köşesi – bahçeye bakan bir nokta gibi detaylar içermekte, yazacak güzel bir konu bulduğum an heyecanımın başlangıç noktasında oluyorum. Sonra bu yazının şekillenmesi, giderek bir hamur gibi yoğurulması ve bazen de çıkış noktamdan çok daha farklı bir mesajla bitişi, bunlar heyecanlı geçişler benim için.

Sonra okuma saatlerimiz beni müthiş heyecanlandırıyor. O hafta başı kitap seçiyor olmaktan, akşamına bu kitapları Maya’ya okuyup, onun yorumlarını almaktan, kızıcığımla en favorileri seçmekten müthiş haz alıyorum.

“Acaba yeterince gönüllü baba çıkar mı?” düşüncesine yenik düşmeyip, bu projeyi de Ayşe’nin güzel mekânında gerçekleştiriyor olmaktan ve her hafta yeni bir babanın “Ben de okumak istiyorum” dediği haberini almaktan duyduğum mutluluk, kalbimin daha da kuvvetli atmasını sağlıyor.

Birilerine yardım ediyor olmak, Bir Dilek Tut’un 29 Nisan “Dünya Dilek Günü” için yapılan çalışmalarına destek verecek olma düşüncesi bile beni heyecanlandırıyor. (Bu konuda sizler de belki yardımcı olmak istersiniz – detaylar haftaya…)

Ya da bir arkadaşımın işi için hep birlikte kafa patlatıp, bir proje üretebiliyor olmak kanımın kaynaması için yetiyor.

Maya’yı her okuldan almak için gittiğimde, o nefis ormanımsı yeşil yolda yürürken hızlanan adımlarım zaten heyecanımın bir göstergesi. Kızımın beni ilk gördüğü anki “umursamaz” olmaya çalışan tavrı ama yine de gözlerinde yakaladığım mutluluk ışıltıları kalp atışlarımın koşuya çıkmasına neden oluyor.

Sevgili eşimle yapılan baş başa bir program, ister bir sinema programı olsun, ister bir seyahat, günler boyu heyecan yaşamamı sağlıyor.

Heyecan her mutlulukla birlikte geliyor aslında. Yeter ki biz onu görebilelim. Onun kalışını biraz daha uzatabilelim…

Peki, sizin heyecanlar ne durumda bu aralar? Bu hafta sonu hayatın gerçek sesine odaklanmaya ne dersiniz?

Nasılsınız?

Geçen gün nereden düştüyse aklıma bu sözcük düştü. İyiyim. Yada iyi olmak.

Nasıl birşey bu? Nasıl gerçekten “iyi” olunuyor?

Sözlükte “iyi olmak” ın karşılığı : 1.hastalıktan kurtulmak, iyileşmek 2.yerinde olmak 3.uygun gelmek

Burada benim bahsettiğim aslında hiçbiri.

Temelde tabii ki hastalık olmaması, yani sağlık açısından iyi bir durumda olmak. Ancak hayatımızda gerçekten kendimizi ne zaman iyi hissediyoruz ?

Yeni bitirdiğim bir kitap var. Anneliği çok şeker anlatıyor. İsmi “It Gets Easier ! … And other lies we tell new mothers”

Bir bölümünde Abraham Maslow’un iyi olma haliyle ilgili teorisinden bahsediyor. Maslow’un savunduğu, her kişinin kendi özel farkındalık ve tatmin yolculuğunda olduğu. Arayış içinde olması ve bunu bulana, hissedene kadar da farklı evrelerden geçmesi. Bunu bir piramitle özetlemiş.
5 katlı bir piramit olduğu düşünülürse, en alt katta en temel ihtiyaçlar yer alıyor : su, hava, gıda. 2.katta güvenli bir ortamda bulunuyor olmak geliyor.3.katta sosyal ögeler var. Örneğin sevgi, kişiye duyulan sıcaklık, yakınlık, bir yere ait olma hissi. 4.katta ise kendine güven duymakla ilintili ihtiyaçlar yer alıyor. En sonuncu kat olan 5.katta ise istekleri gerçekleştirmek ve tatmin olmakla ilgili ihtiyaçlar var. Alt kattaki ihtiyaçlar karşılandıkça, kişi üst katlardakini karşılamayı arzuluyor ve ancak öyle mutlu oluyor.

Çok doğru bence de.

Öte yandan bizler gibi metropollerde yaşayanlar, birbirimizi bir yerde gördüğümüzde kısacık bir “iyi misin?” ile geçiştirirken, soruyu yönelttiğimiz kişi de içi aslında çok da huzurlu olmasa da hafif bir gülümsemeyle (bazen o bile olmadan) “iyiyim” der. Çoğu zaman bizim de zaten duymayı beklediğimiz cevap budur. (Çok yakın dostlukları bunun dışında tutuyorum)

Bazen de aslında bu sorunun cevabı o kadar komplikedir ki “iyiyim” diyerek geçiştiririz.

Seinfeld’i çok severim, gerçekten komiktir. Seyrederken yada kitabını tekrar tekrar okurken hala gülüyorum. Tavsiye ederim !

Bir bölümünde kişilerin selamlaşması konusunu işlemişti. Mesela ofise geldiğinizde herkese “Günaydın. Nasılsın?” demek ki bunun ne kadar sıkıcı olduğundan bahsediyordu. Çünkü aslında bu sadece nezaketten sorulan bir soruydu. Karşısındakinden o gün sabah eşiyle nasıl kavga ettiğini yada çocuğunu okula bırakırken nasıl zorlandığını duymak istemiyordu. Sabah bu tek cümlelik bir soru iken, gün içinde sadece birbirine kafa sallayıp dudaklar arasından hafifçe çıkan ıslık vari bir sesle iletişim minimuma iniyordu.

Ne kadar doğru.

Tüm bunları düşünürken (deli miyim neyim… İnsan niye böyle şeyler düşünür ki, işim mi yok ???), benim kendimi ne zamanlar GERÇEKTEN iyi hissettiğimi hatırlamaya çalıştım. Piramidin temel katlarının zaten olduğunu varsayarak sıralamak istiyorum.

Çok yakın zamana baktığımda haftasonu kızıcığımın yakın arkadaşı Serra ile ormanda kendilerinden kat be kat büyük ve güçlü olan bir Rottweiler’ı el ele gezdirmeleri en başta geliyor galiba. Nefis bir orman havası, yerler kızarmış yaprak dolu hem de çeşit çeşit. Ağaçlarda ise yeşilden kırmızıya doğru giden bir renk cümbüşü. (Bu arada Rottweiler’ın adı da DEFNE :))


Sonra bu sabah Maya’nın güzel okulundaki ilk özel veli görüşmemde kızım ile ilgili söylenen güzel sözler kendimi “çok iyi” hissetmemi sağladı. Ve oradan ayrılırken yine yerlere dökülmüş binlerce yaprak ve yeşillik arasından hoplaya zıplaya geçtim.

Öte yandan yakınlarım “Anneannen nasıl oldu?” diye sorduklarında “İyi” diyemiyor en yakın olabilecek “Stabil” kelimesini kullanabiliyorum ancak. Çünkü onun durumunda Aloşum piramidin 3.katından yukarı çıkamıyor, çıkamayacak… Onun için de ağzımdan onun adına “iyi” kelimesi çıkamıyor maalesef.

Demek ki benim için iyi olma hali çok daha fazla katmandan oluşuyor.

O katmanlar hep olsun hayatımızda…

Herkese gerçek “iyi” anlar, “iyi” hisler, tecrübeler diliyor sizleri yine kocaman öpüyorum.