“Babalar okuyor!” diye yola çıktık, ilk babalı okumamızı gerçekleştirdik.
Hamileliğinin son haftalarında olan Tuğba’yı aralıklarla yokladım “Tuğbacım daha doğurmuyorsun değil mi?” Yani demek istiyorum ki eşi okumamızı yapacak olan ilk baba ya, aman sakın doğurma da okumamızı yapalım 🙂
Çok mu bencilce? Belki birazcık ama iyi niyetle. Bir kere Tuğba’nın erken doğum yapması zaten kimsenin hayrına değil. Sonra Borkan Bey kendiliğinden gönüllü olmuş. Şimdi gelemezse başkasını ikna etmem gerekecek falan, zor iş yani…
Neyse çok şükür sağ salim geldiler 🙂
Borkan Bey’e kitap alternatiflerini gösterdik. Kendi içinden geldiği şekilde seçti. Minikler sıralandılar hemen karşısına. O da oturdu okuma koltuğuna.
Önce biraz üzerinde konuşulabilecek bir kitap seçti. Fakat bızdıkların çenesi düştü. Sor sorma konuşuyorlar. Hem de hepsi! Onun üzerine okuyucu babamız, strateji değişikliği yaparak masallara geçti.
Bu sefer göremiyoruz falan diyerek etrafını sardılar. İnanılmaz şeker bir görüntü çıktı ortaya.
Mest oldum mest. İşte budur! Babalar da gayet güzel kitap okur!
Kıpırdanmalar başlayınca doğru aktivite masasına. Ayşe onlara Starbucks espresso bardaklarından uğurböcekleri yaptırttı. Babaları da davet etti masaya ama onlar geri planda kalmayı tercih ettiler nedense…
Aslında burada amaç, babaların ve bızdıkların masaları doldurması ve aktiviteyi hep beraber yapmaları. Böylece baba-çocuk paylaşılmış bir an yaşanmış olacak. Arkadaşlarına gururla anlatacakları bir hikayeleri daha olacak. Belki bu Pazar bunu başarabiliriz. Biz anneler de Ayşe’nin güzel kahvesinden yudumlarız. Hava iyiyse dışarıda, değilse içeride sohbet ederiz. Ya da hiç gelmeyiz, bırakırız baş başa olmanın tadını çıkartsınlar. Değil mi ama?
Borkan Bey madalyayı kaptı. Belki kendisi de bu tecrübesini sizlere
0 km.bızdıklar aracılığı ile aktarmak ister. Ben ondan gelenleri sizlerle burada paylaşacağıma söz veriyorum 🙂
Bir arkadaşım baba-çocuk okuma saatine ve aktivitesine çok güzel bir bakış açısıyla yaklaştı. Kendi kelimeleri ile, şöyle yazmış: “Eminim çocukların hayatında anneler kadar etkili olamadıklarını düşünen babalar vardır, onlar için de kendilerini iyi hissetme şansı vermiş oluyorsun.”
İster çocuklarına bol bol vakit ayıran, ister ayıramayan babalar olsun, her türlü, hem kendi çocuğuna, hem de başka bızdıklara kitap okumak, onların heyecanlı bakışlarını yakalamak unutulmaz bir his.
Buna bir de keyifli bir sanat şaheseri(!) yaratma imkanı da eklenince bence herkesin mutlu olması kaçınılmaz.
Bu Pazar saat 13:00’te Sihirli Sayfalar’dayız efendim, bekleriz 🙂
Aaaa peki kim okuyacak, kimler katılacak? Hadi bana haber verin ki planlamamızı yapalım (Sevgili eşim, bu satırları okurken gülüyordur mutlaka – ben ve planlarım, vazgeçilmez ikili…)
Şaka değil, gerçekten, haber verin, bekliyorum… :))
Hani hep diyoruz ya, çocuklarımıza yardımlaşmayı, paylaşmayı öğretmemiz gerek diye…
Bunu kimi zaman bir arkadaşıyla teke tek oyun oynarken, bazen de okulda, yuvada, bir davette bir grup akranıyla birlikteyken öğretmeye çalışıyoruz.
Fakat bence tüm bu sistemlere ek olarak, ihtiyacı olan çocuklara kendilerinin artık kullanmadığı eşyaları hediye etmelerini öğretmek, hem de bu kadar küçük yaştan itibaren öğretmek son derece önemli.
Sadece paylaşmak anlamında değil, aynı zamanda kendilerinin ne kadar şanslı olduklarını da idrak etmelerini sağlamak amacıyla da önemli olduğu kanaatindeyim. Benim ve benim gibi pek çok arkadaşımın çocukları sınırlı bir çevre görerek büyüyor. Belirli bir semtte yaşayıp, belirli bir üçgen içerisinde hareket ediyorlar. Fazla uç noktaları henüz gözlemleme imkanları olmadı, olamıyor. Hayat telaş içinde akıp gidiyor. Bizler onlara tüm güzellikleri sunmak, mutlu olmalarını sağlamak isterken, belirli bir çerçevede sınırlı kalıyor, sınırlı bir bakış açısı veriyor olabiliyoruz çoğu zaman.
Çok sevdiğimiz bir arkadaşımız kızı yemeğini bitirmediği zaman, ona bu yemeği bulamayan çocuklar olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Yani zorla yedirmek amacı ile değil ama tabağına aldığı yemeğin çöpe gitmemesinin önemini vurgulamak amacı ile. Esprili bir dille kızına “Seni köprü altı çocuklarının yanına götürücem. Onların halini görünce belki anlarsın nelere sahip olduğunu” diyor, sonra da ekliyordu “Bizim çocuklar çok şımarıyor, her istediklerini veriyoruz ama kıymetini biliyorlar mı acaba?”
Ben de Maya’ya paylaşmanın bu yüzünü ve şeklini göstermek için çeşitli kampanyalara hep kulak kabartır oldum bir süredir. Bir dönem Starbucks kahve zinciri her kahve dükkanına bir sepet koymuştu. Oraya çocuğunuzun kullanmadığı kitap, oyuncak, ne varsa götürüp koyuyordunuz. Çok pratik, çok güzel bir çalışmaydı. Herkesin evine yakın bir Starbucks oldu artık nasılsa. Biz de Maya ile seçimimizi yapmış, elimiz kolumuz dolu Starbucks’ın yolunu tutmuştuk.
Bir diğer kampanya ToyzzShop‘taydı. Onlar da getirdiğiniz oyuncağı paketleyip, üzerine getiren çocuğun ismini yazıyorlardı. Ve yardımsever bızdığı da bir madalya ile ödüllendiriyorlardı.
Bu sene Leonardini‘de benzer bir çalışma yapmıştı yılbaşı döneminde.
Şimdi yeni duyduğum bir kampanya var. Ece benimle paylaştı, ben de sizlerle paylaşmak istiyorum: Yalnız Oyuncaklara Yeni Arkadaşlar kampanyası.
Bu kampanyayı düzenleyen, Haiti’deki depreme koşan ve günler sonra başarıyla yerin derinliklerinde kalmış kişileri çıkartarak, çalışmaların diğer kurumlarca da tekrar başlatılmasını sağlayan GEA. Belki sizler daha önce duymuşsunuzdur.
Tanımayanlar için, GEA, Toprak Ana demekmiş. 1994 senesinde, Yeni Yüksektepe Kültür Derneği bünyesinde kurulmuş olan bir Arama Kurtarma, Ekoloji ve Yardım Kampanyaları Grubuymuş.
Ulusal ve uluslararası alanda yaşamı tehdit eden bütün felaketlerde, canlı varlıkların hayatını korumak ve kurtarmak için gönüllü çalışmalar sürdürmekteymiş. Ancak buna ek olarak, sosyal anlamda da duyarlı bir kuruluş olduğunu çocuklar için yaptığı kampanyası ile gösteriyor.
Ece’nin yolladığı mailde ve kendilerinin internet istesi www.gea.org.tr ‘de çok güzel anlatmışlar. Olduğu gibi aşağıda bulabilirsiniz:
Yalnız Oyuncaklar Kampanyası 3. yılını tamamladı ve toplam 74 bin 139 oyuncak,91 okulda , 23 bin 865 yeni arkadaşı ile buluştu.
12 kampanya ile Şanlıurfa – Birecik, Adana, Mersin, Van, Ağrı, İzmir, Aydın, Ankara , Eskişehir, Trabzon-Of, Denizli illerinde süren macera bu defa İstanbul’a ulaştı.
Ve şimdi Yalnız Oyuncaklar 10-11-12 Şubat 2010’da İSTANBUL’da Karne Hediyesi Oluyor!!…
Artık oynanmayan, evlerimizin bir köşesinde öylece bekleyen yalnız oyuncaklarınızı GEA Gönüllüleri topluyor, temizliyor, onarıyor ve paketleyerek yeni arkadaşlarına kavuşturuyor. Bir zamanlar başucundan ayırmadığı oyuncaklarını paylaşmak isteyenler ve oyuncakların onarımı ve paketlemesine katılmak isteyenler, GEA ile irtibata geçebilir.
Evlerinizde öylece bekleyen yalnız oyuncaklarınızı 1 Şubat 2010 tarihine kadar GEA Merkez’e ulaştırabilirsiniz.
Kontakt bilgisi bana gelen mailde şu şekilde :
ADRES: Yeni Yüksektepe Levent Şubesi
Nispetiye Cad. Kerem 1 Apt. No: 32/11 Kat:4
1.Levent / İstanbul
Bilgi İçin:
Tel: 0212 268 04 08, Ali Uzun-0505 229 12 09
levent@aktiffelsefe.org
www.gea.org.tr
levent.aktiffelsefe.org
Bunun dışında internet sitelerinde kendi merkez adresleri var. Kim nereye yakınsa oraya yollayabilir diye düşünüyorum.
Tel : 0 216 3424848, Betül Ergün: 0532 350 54 15, Eda Ateş: 0537 387 66 87
Fax:0 216 3424848
Adres: GEA Merkez, İcadiye Mah. Makastar Sok. No:13 Kuzguncuk- Üsküdar
Email: gea@gea.org.tr
Çocuklarımıza kendileri ile aynı imkanlara sahip olmayan yaşıtlarıyla ellerindeki güzellikleri paylaşabilmeyi öğretmek için harika bir fırsat diye düşünüyorum. Siz ne dersiniz?
Düzenli gitmeye çalıştığım, (Maya’dan önce net haftada 5 gün oradaydım) spor merkezim Hillside’da hedefime her ulaştığımda, vücudum ve dolayısıyla kendim için birşeyler yapmış olmanın dayanılmaz hafifliğiyle Alkent Starbucks’a uğramadan geçemiyorum.
Ekip çok şeker gerçekten. Her daim güleryüzlüler. Mutlaka ismimle hitap ederler, genelde “tall nonfat decaf latte” içtiğimi, hatta her kahve içimim esnasında kırk tane telefon görüşmesi yaptığım için kahvemin buz gibi olduğunu da bilirler. Bunun için de son zamanlarda bana kahvemi “extra hot” hazırlamaya başladılar 🙂
Her neyse, bir süre önce dikkatimi çekmişti : Starbucks Kahve Sohbetleri. İster şirketinize gelerek, ister Starbucks lokasyonunda, oluşturduğunuz gruba kahve ve özellikle Starbucks kahveleri hakkında bilgi veriyor, çeşitli kahvelerini tattırıyor, kısaca kahve hakkında sohbetler yapıyorlar. Çok hoşuma gitmişti.
Aradan bir süre geçti, uzun yazışmalardan sonra (annelerle program yapmak zor oluyor gerçekten, sürekli bir engel çıkıyor) başardım ve Cuma günü Alkent Starbucks’da 6 kişi buluştuk.
Çok sene önce Starbucks’ın girişimcisi Howard Schultz’un Pour Your Heart Into It isimli kitabını okuyup çok etkilenmiştim.
Özellikle de ilk baştaki dört cümle bana çok anlamlı gelmişti. Sizlerle paylaşmak istiyorum (anlamını yitirmemesi adına olduğu gibi İngilizce yazacağım) :
CARE MORE THAN OTHERS THINK WISE
RISK MORE THAN OTHERS THINK SAFE
DREAM MORE THAN OTHERS THINK PRACTICAL
EXPECT MORE THAN OTHERS THINK POSSIBLE
Kahve tadımımız esnasında pek çok bilgi aldık. Bazıları özellikle ilgimi çekti. (Begüm gayet güzel notlar aldı – ben tembel öğrenci sadece dinledim…)
Mesela Starbucks pek çok rakibi olduğunu doğal olarak kabul ediyor. Ancak kendilerini diğer kahvecilerden ayıran en önemli özellik, bu kadar yaygın bir zincir olmasına rağmen, kişisel servise çok dikkat etmeleri. Özellikle sürekli aynı noktaya gelen müşterilerinin isminden, kahve tercihine kadar herşeyi akıllarında tutuyor olmaları ve bizde de yeni başlayan “müşteri bardağı” çalışması özellikle gereksiz kağıt bardak tüketimini de engellediği için çok önemli.
Bunun dışında kahvenin gerçek aromasının en iyi hissedildiği pişirme sisteminin French press olduğu ve kahvenin yanlış hatırlamıyorsam 92C’deki suda 4 dakika boyunca demlenmesinin yeterli olduğu bilgisi bana önemli geldi. Evlere kocaman filtre makinalar almaya çok da gerek yok belki de.
Kahve tadımı ise çok keyifli. Bir nevi şarap tadımı gibi. Kahve küçük espresso bardaklarına üç parmak kadar konuluyor. Önce dört parmağınızla ağız kısmını kapatıp (kokunun dışarı dağılmaması için)kokluyorsunuz. Sonra bir yudum alıp onu ağzınızda dolaştırıp içerisindeki karışımı keşfetmeye çalışıyorsunuz.
Başka bir cins kahveye geçmeden araya havuçlu kek geliyor. Minik bir parça alıp ağzı nötralize ettikten sonra ikinci kahveye geçilebiliyor.
Bu arada Starbucks’da görmüşsünüzdür, belirli bir kahve ile belirli bir yiyeceği eşleştirirler. Bu öylesine yapılmış bir öneri değilmiş. Bazı kahvelerin cinsi, bazı tatlılarla çok daha ön plana çıkabilirken, bazıları kahveyi boğarmış.
Son bir ufak not : kahve kalorileri !!! Dınnnınnnnnnnn…
Tall nonfat Latte : 100 kalori civarı
Tall nonfat Caramel Machiato : 130 kalori
Grande Coffee Frappuccino : 230 kalori (bu benim en sevdiklerimden, resmen YI-KIL-DIM)
Kahve sohbetimizin son noktasının bu bilgi akışı olması üzdü tabii… Ama ben kaşındım. Amerika’da internetten kalori bilgileri öğrenilebiliyor ama bizde henüz yok diye dertlenirken, hemen listelerini çıkartıp bu “gereksiz” bilgileri vermeye başladılar 🙁
Baktılar şok içindeyiz, bize bir güzellik daha yapıp, güzel paketlerde kahve hediye ettiler ve de birer ücretsiz kahve kuponu verdiler. Ne mi istedim ? Tabii ki 230 kalorilik Coffee Frappuccino 🙂
Bol fotograf çekildi (Starbucks panosuna yerleşmiş bile). Çok keyifliydi, herkese tavsiye edilir 🙂
İşte ispatı :
Herkese bol kahveli, bol sohbetli günler ve kocaman öpücükler 🙂