O piti piti karamela sepeti
Terazi lastik
Cimlastik
Biz size geldik
Eğlendik…
Birkaç seçenek ya da kişi arasında seçim yapılması gerektiğinde işaret parmağımızı ağzımıza götürüp oooooo dedikten sonra söylediğimiz nakaratlardan biri bu. Şimdi Maya’da bunu öğrenmiş, söyleyip duruyor. O kadar şeker ki, micik parmağını ağzına götürürken o minik ağız kocaman açılıyor, sanki tüm elini ağzına sokacak. Abartılı bir tonlamayla “oooooo” deniyor ve ardından çatlak, hafif detone bir sesle tüm nakarat ağzından dökülüveriyor. Aslında devamı da var ama ben bir türlü anlayamıyorum tam olarak ne söylediğini.
Neyse sonunda seçim yapılıyor ve oyunumuz devam ediyor.
Keşke hayatta arada kaldığımız, kararsızlık yaşadığımız tüm konular için böyle bir sistem çözüm olsa. Bilsek ki “o piti piti” demeye başladığımız an bir güç bizim parmağımızın doğru kararda durmasını sağlayacak. Bilsek ki neyi seçersek bizim için en doğrusu o olacak. Ne güzel olurdu değil mi?
Hayat bir oyun olsaydı mesela. Zaten yaşam biraz satranç gibi ama sonuçlar daha ciddi, daha da uzun düşünülmesi gerekiyor bazen.
Halbuki bizim bızdıklar öyle mi? Onlar gözlerini açtıkları andan itibaren başka şekilde bir yaşam gütmüyorlar zaten. Başka birşey bilmiyorlar ki – herşey bir oyun ve aslında oyunlarla öğreniyorlar.
Sabah yataktan kaldırmaya çalıştığımda benim güzel kızıcım gözlerini açmakta zorlanıyorsa, hemen elime sevgili köpeği Gofret’i ya da ayısı Checkers’ı alıp onları konuşturmaya başlıyorum. Pıt hemen gözler açılıyor ve kocaman bir gülümseme. Bu oyunu o kadar seviyor ki bu sefer de tekrar ve tekrar istiyor, yatağında bir kukla tiyatrosu kurulsun diye arzuluyor.
Bu sefer de geç kaldığımızı farkeden ben, onu gerçek hayata döndürebilmek için, çoktan okul yolunu tutmuş olabilecek arkadaşlarının isimlerini sıralamaya başlıyorum.
“Bak herkes yolda ya da hazırlanıyor, biz geç kalacağız.”
“Checkers söylesin anne.”
Ben sesime daha kalın ayı tonlaması yapıyorum (kusura bakmayın):
“Mayacım hadi giyin artık bak arkadaşların yoldaymış.”
“Şimdi de Gofret ona cevap versin anne.”
“Havvvv havvvvvvvvvv, Maya hadi kalk, önce çiş, el yüz yıkama, hadiiiii.”
…
Bu böyle devam ediyor. Ben pek sabah insanı değilimdir. Yani uyanır uyanmaz konuşmaya başlayan cıvıldayan tiplerden hiç olmadım. Benim 5-10 dakikaya ihtiyacım var kendime gelmem için. Tamam, tamam Mengücüm, biraz daha fazla belki de…
Ama hayatıma bu minik oyunbaz girdiğinden bu yana böyle bir lüksüm de kalmadı zaten.
Bir süre önce konuşuyorduk sevgili eşimle. Bana Maya’yı göstererek “Ne güzel çocukların hayatı oyun üzerine kurulu. Keşke hep öyle kalsa, niye değişiyoruz ki acaba?” dedi.
Güzel soru. Niye değişiyoruz?
Böyle soru olur mu canım dediğinizi duyar gibiyim. Tabii ki sorumluluklar, hayatın zorlukları, büyüyünce bizden sosyal anlamda beklenenler, bu beklentileri karşılamak adına yapmaktan vazgeçtiklerimiz ya da yapmayı hedeflediklerimiz ve bu hedeflere ulaşabilmek için yapmamız gerekenler, yaşanan tatsızlıklar, üzüntüler, korkular, başkalarının sorumlulukları,vs. vs.
Hepsi oyunu bırakmamıza sebep oluyor. Ciddileşiyoruz, kaşlarımızın ortasında ciddiyet çizgileri çıkmaya başlıyor.
Hatta biraz oyun kırıntısı kalmış olanları da yargılarız hemen “Amaaan büyüyemedi bir türlü. Çocuk hala. Ne zaman olgunlaşacak kim bilir?” Halbuki belki de onların yaptıklarına özeniriz.
Aslında temelimizde oyuncu bireyler var, çocukluklarından kalma oyuna, çocukluğumuzdaki keyifli anlara özlem var. (Niye herkes botoks yaptırıyor sanıyorsunuz?)
Mengü mesela oyuncakları, maketleri hala çok sever, oyuncakçılarda saatlerce dolaşabilir. Özellikle de yurt dışında dev oyuncak mağazaları oluyor. Mesela FAO Schwarz benim eşimin en sevdiği yerlerdendir. Bu özelliğini çok ama çok seviyorum gerçekten. Onun oyun oynamaktan aldığı zevk hem bana hem Maya’ya yarıyor. Kızımız da arada bize bakıp gülüyor ve “Çok komiğiz biz” diyor.
Keşke oyun oynamayı bırakmasak, zorlukları böyle aşsak.
Hadi biraz deneyelim mi yeni yılda. Ne dersiniz? Komik olalım, komik.
Category: Günlük Hayat