Birbirlerine aşık olmuşlardır. Bir süredir de birlikte vakit geçiriyor, seyahatlere gidiyorlardır. Her ikisi de 30’larındadır.
Aileler ne bekler?
Evlilik kararı haberi!
Gerçekten de bir süre sonra evlenirler. Evliliğin yerine oturması, iki kişinin birlikte yaşamaya alışması, iş-güç, sosyal aktiviteler falan derken aradan birkaç sene geçmiştir.
Aileler ve etraftaki tanıdık, tanımadık(!) kişiler ne bekler?
Çocuk haberi!
Gerçekten de bir süre sonra ilk bebekleri kucaklarındadır. Gaz sancıları, diş çıkartmalar, ilk adımlar falan derken günler akıp gider. Bebek artık konuşmaya da başlamıştır. Harika, keyifli bir dönem başlar.
Aileler ve etraftaki tanıdık, tanımadık(!) kişiler ne bekler?
İkinci çocuk haberi!
İşte bu noktada bu nesil ebeveynler kilitleniyor. Tartışmalar başlıyor, ikinci çocuğa gerek var mı yok mu? Varsa kim için gerekli? Herkesi mutlu edecek mi? İlk çocuğa etkisi ne olacak? Çocuklar arası kaç yaş olmalı? İkinciye gerek yoksa bunun ilk çocuğa etkisi ne olacak? Ya sonra istenirse ne olacak?
Etrafımdaki pek çok arkadaşım bir süredir bu konuyu konuşuyor, tartışıyor. Tam da bu esnada TIME dergisinin bir araştırmasını okudum. “One and Done” başlıklı yazıyı kendisi de ikinci çocuk konusunda bir karara varamamış ve arayış içerisinde olan Lauren Sandler yazmış.
Sizler için de ilginç olabileceğini düşündüm. Aslında araştırma bize çok da net bir sonuç veremediği gibi, ebeveynlerin gördüğü sosyal baskı ve yaşadığı kararsızlığı çarpıcı bir şekilde sunarak kendi de ikilemde kalıyor.
Yazar benim de çok yaşadığım bir durumu anlatarak başlamış yazısına.
Şöyle bir resim hayâl edin:
Bir süpermarkette çocuğunuzla kasa kuyruğundasınız. Sıra size geldiğinde kasiyer hanım ile göz göze geliyorsunuz ve o size çocuğunuzun ne kadar da tatlı olduğunu söylüyor. Siz aldıklarınızı banta koyarken, şöyle bir sohbet oluşuyor:
“İlk çocuğunuz mu?”
“Evet.”
“İkinciyi düşünüyor musunuz?”
“Bakalım henüz belli değil.”
“Olur, olur…”
“Şu anda planlamıyoruz. Bakalım…”
“Çocuğunuzu tek bırakmayı düşünmüyorsunuz değil mi? Her çocuğun bir kardeşe ihtiyacı vardır.”
Yani ister Amerika, ister Türkiye. Konu ve yapılan yorumlar pek de farklı değil.
Tek çocuğun paylaşım bilmiyor olduğu, bencil ve şımarık olduğu inancı yaklaşık 120 yıl öncesine, o zamanın meşhur psikologlarından Granville Stanley Hall’a dayanıyor (en azından Amerika için). Hall zamanın ilk psikolojik araştırma merkezini kurmuş ve araştırmasını çocuklar üzerine yoğunlaştırmış. Bu araştırmalar her ne kadar bugünkiler kadar sağlam temellere dayanmasa da, o zaman için fazlasıyla kabul görmüş.
Araştırmasında Hall tek çocukları sadece kıskanç, bencil gibi kelimelerle nitelendirmemiş, bir adım ileri giderek “Tek çocuk olmak başlıbaşına bir hastalıktır.” demiş!
İlerleyen zaman içerisinde farklı araştırmacılar bu iddiayı çürütmeye uğraşsalarda bulgular hiçbir zaman gerçek anlamda bu söylenenleri akıllardan silememiş. Buna ek olarak tek çocuk temalı korku filmleri (The Omen, The Bad Seed,…) ile sosyal ve dini baskılar bu fikrin iyice yerleşmesine neden olmuş.
Seneler önce okuduğum bir Feng Shui kitabı bile evinize alacağınız objeleri çift almanız gerektiğini, evdeki huzur ve birliktelik için insanlar gibi evdeki eşyaların da çift olması gerektiğini vurguluyordu. Ben de sadece bu kitaptan dolayı değil ama içgüdüsel olarak, gerek kendi evime gerek başkasına aldığım hediyelerde çift rakamlara kayıyorum. Tek bir şamdan asla hediye etmem mesela…
Yazar bu konu ile ilgili diğer araştırmacıların bulgularına ve tek çocuklu ailelerin görüşlerine de yer vermiş yazısında.
Örneğin araştırmacılardan Toni Falbo (University of Texas’ta psikoloji ve sosyoloji profesörü) yapılan hiçbir araştırmada tek çocukların söylendiği gibi yalnız, bencil ve toplumdan uzak olduğunu gösteren bir bulguya rastlamadıklarını belirtmiş.
Bir diğer araştırmacı Carl Pickhardt ise senelerdir karşısına gelip içini döken gençlere baktığında her ne kadar tek çocuk olmanın getirdiği bir ekstra korunma ve anne-babanın fazla bir düşkünlük durumu söz konusu olsa bile bunun, bahsi geçen problematik tek çocuk sendromunu doğrulamadığını belirtmiş.
Araştırmacılar çeşitli burslar için imtihana giren çocukların test sonuçlarına baktıklarında (sözlü ve matematik), her iki kategoride de tek olan çocukların kardeşleri olanlara göre daha fazla başarı gösterdikleri sonucu ile karşılaşmışlar. Bu başarının nedeni sadece anne-babaların çocuklarına daha fazla vakit ayırması değil, aynı zamanda çocuğa hem onlardan hem de çocuğun kendinden gelen bir baskı olması. Baskı ve sorumluluk çoğu zaman beraberinde başarıyı getiriyor diyor uzmanlar. (Ancak ruh sağlığı açısından ne kadar doğru diye düşünmeden edemiyorum.)
Bu araştırma sonuçlarından sonra işin sosyal boyutu incelendiğinde etrafımda duyduğum çelişkiler ve kararsızlıklar bu yazıda da bahsediliyor.
Mesela benim dikkatimi çeken bir konu, gelir seviyesi yükseldikçe çocuk sayısının azaldığıydı. Ben tabii bunu rakamsal anlamda kanıtlayabilecek durumda değilim ancak gözlemlerim bu kanıya varmama neden oluyordu.
Burada da benzer bir sonuç var.
Aileler ikinci çocuk kararı almadan önce eski nesillere göre farklı sorular soruyorlarmış kendilerine. Bu sorular: “Bir kardeşi olması çocuğumuzu mutlu edecek mi?” ve ardından “İkinci bir çocuk bizi mutlu edecek mi?”
Tereddüt etmelerindeki diğer nedenlere gelirsek, ekonomik şartlar, vakitsizlik (hayatın hız kazanması), kendilerine vakit ayırma isteğinin ağır basması (özellikle varlıklı ailelerde ebeveynlerin kendi zevkleri için yapacakları lüks harcamaların artması), giderek doğum yaşının artması (1990 ile 2008 arasında 35 yaş üzerinde doğum yapanların oranı 64% artmış…) ve dolayısıyla ebeveynlerin kariyer ve sosyal yaşamdan beklentilerinin farklılaşması sıralanabilir.
Bunlara ek olarak, eskiden evliliğin amacı “Dünyaya çocuk(lar) getirmek” iken, 2007 senesinde yapılan bir araştırmaya göre bu amaç “Eşlerin ortak mutluluğu ve yaşamdan keyif alması” olarak değişmiş.
Peki ikinci çocuğu isteyenler ne gibi sebeplerden böyle bir karar alabiliyorlar?
Çok ilginç bir sebep din ile doğurganlığın el ele gitmesi. Hangi din olursa olsun hepsinde doğurganlık ruhani yönü ile devrede oluyormuş. Buna ek olarak eski zamanlarda daha fazla çocuk daha fazla işgücü, daha fazla üretim anlamına gelirken, geri kalmış ya da gelişmekte olan ülkelerde bu inanış halen devam etmekteymiş. Ülkemizde de özellikle belirli kesimlerde bu yaklaşımı görebiliyoruz.
Amerika’da durum böyle iken, Avrupa yaşlı nesillerin giderek artmasından şikayetçi. Viyana’da yaşadığım dönemde yaptığım bir gözlemdi. Her yer ve her aktivite yaşlılara göreydi adeta. Marketler 18:00 gibi kapanır, şehir durgunlaşırdı. Bahçenizdeki köpek havlarsa hemen şikayet alırdınız.
Avrupa bu anlamda panik halindeymiş. En başlıca sorun “İşgücünü kim sağlayacak?” ve “Yaşlılara kim bakacak?”
Özellikle ikinci soru çevremdeki yeni nesil ebeveynleri de biraz düşündürüyor sanki. Bir yakınım ikinci çocuğu doğurmasındaki nedeni “İleride biri yanımda olmazsa hiç değilse öteki yanımda olur.” cümlesi ile anlatmıştı.
Bununla birlikte yaşlılık döneminde aile büyüklerine bakacak, onların sorumluluğunu alacak tek kişi kalmak da korkutucu bir unsur tabii. Bir grup ebeveyn bunu da düşünüyor ikinciyi doğururken.
Annem tek çocuktur. Anneannemin hastalığı döneminde her nekadar ona yardımcı olmaya çalıştıysam da üzerindeki yükün sadece bir bölümünü alabilmiştim. O zor dönemde kendisinin iyi anlaştığı bir kardeşi olsa eminim hiç değilse duygusal anlamda daha iyi bir destek alabilirdi.
Bu araştırmanın sonucu ne derseniz, aslında çok da net değil. Sadece bakış açısını geniş tutmak faydalı diyor bence. Yani ne illa tek çocuk şımarık, bencil, disiplinsiz, antisosyal olacak, ne de ikinci çocuk sizi sınırlayan, zorlayan, mutsuz eden bir varlık olacak. Önemli olan varolan aile mutluluğunuza ne şekilde devam edeceğiniz, bu mutluluğun desteklenebilmesi için neyin önemli olduğu… Elinizdeki tek somut bilgi ise sevdiğiniz bir çocuğunuz olduğu ve onun tek kalmasının elle tutulur bir sorun yaratmayacağı (en azından yaratmaması için neler yapmanız gerektiğini biliyorsunuz.)
Bir süre önce anneme tek çocuk olduğu için hiç eksiklik hissedip hissetmediğini sormuştum. O da insanın bilmediği bir şeye özlem duyamayacağını belirtmişti.
Ben kendi adıma kardeş sevgisinin önemli olduğunu düşünüyorum. Ablam olmasaydı tadamayacağım duyguları o varolduğu için hissedebiliyor olmaktan, fiziksel uzaklığın bir sorun yaratmadığını yaşamaktan ve iki kardeşin ilişkisinin başka hiçbir ilişkiye benzemediğini bilmekten çok ama çok mutluyum.
Darısı diğer tek bızdıkların başına – eğer anne-babaları istiyorsa tabii…
Category: Genel
2 Comments