Annem hayatta olumlu bir bakış açısıyla ilerleyen, bu şekilde de pek çok zorluğun üstesinden başkalarına göre daha başarılı gelebilen bir kişidir. Bir “Pollyanna” , bir de annem herhalde en zor anlardan olumlu düşüncelerle çıkabilirler.
Pollyanna’yı bilemem, fakat gerçek hayatta bu mücadeleden arızasız çıkmak pek bir zor. Dışı seni, içi beni yakar derler. O içinde yaşadığı fırtınaları bizlere yansıtmamak adına göstermiş olduğu çabanın sonunda mide kanaması bile geçirmişti zamanında annecik.
Dolayısıyla yaptığının herkes için faydalı olduğuna inansam da, kendisi için ne kadar doğru, içimde kararsızlık yaşadığım bir konu. “Bırak kadıncağazı rahat, nasıl istiyorsa öyle yapsın. Sana ne oluyor?” dediğinizi duyar gibiyim.
Ama ucu bana da dokunuyor… Neden mi? Çünkü pek çok açıdan anneme benzemeye başladığımı görüyorum. “Eyvah! Anneme benzemeye başladım…” başlıklı yazımda da bahsetmiştim birazcık.
Oldu bitti olan sorunları içimde çiğneyip hazmetmeye çalışırım. Olmadı yazıya dökerim, her şey daha net olur, bazen bu netlik o ana kadar aklıma gelmemiş bir çözümü beraberinde getirir. Hiç mi olmadı? O zaman işte yakınlarımla dertleşme noktasına gelirim.
Genelde de gözümdeki “pembe gözlüklerden” dolayı, zaten hayatın güzelliklerini algılamaya daha meyilli olduğum için, özellikle de dışarıdan bakanlar için “gayet mutlu ve keyifli” bir görüntü sergilediğim doğru.
Ancak son zamanlarda “büyümeye başladığım” için olsa gerek, pek çok konu benim olumlu halimi zorlar, test eder oldu.
Öncelikle kızıcığım ile birlikte herşey, kendim dahil, ikinci plana düştü. Onun sağlıklı, keyifli olduğu zamanlar ben de huzurlu ve mutluyum. Ne zaman ki hasta, pembe gözlükler kararıyor. Son zamanlarda bunu yaşıyorum. Evet, bu sene tam gün yuva falan durumu ve maalesef her yer mikrop kaynıyor ve maalesef pek çok veli çocuklarını hasta hasta etrafta gezdirdiği için bizim zavallılar da hapı yutuyor ama bu kadar mı çok doktora gidilir…
Şimdi bir de kulak meselemiz var sakız gibi uzayan. İş bir ihtimal ameliyat noktasına gelince, gözlüklerim öyle bir karardı ki, etrafı göremez oldum. Minicik bir çocuğa total anestezi verilmesi fikri bile tüylerimi diken diken ediyor, gözlerimin dolmasına neden oluyor. “Koca kadınsın sen artık, öyle gözlerin falan dolamaz, bak anneni örnek al. Bir de benziyorum falan diyorsun. Nah benziyorsun. Kadıncağız her daim dimdik, sense hemen sulu sulu oluyorsun…” diye kendime kızıyorum önce endişe katsayım arttığı için. Sonra da hemen “Canım ölüm yok ya sonunda. Ben şu işi bir araştırayım” diye kolları sıvıyorum.
Ya da ailede olan diğer olaylar, arkadaşlarımın zaman zaman yaşadığı zorluklar hepsi bir yaştan sonra sanki yaş oranında artıyor. Ne kadar büyükseniz, problemlerin boyutu da o kadar büyük, içeriği o kadar ciddi olabiliyor. Bu noktada nasıl Pollyanna olunabilir diye düşünüyorum ben de…
Tabii ki beterin beteri vardır ve tabii ki tek çözümsüz olan ölümdür (bunları annem biz küçükken kendimizi çok mutsuz veya çaresiz hissettiğimiz anlarda tekarlardı – o zamanlar minik kızlarının sorunları da boyutları kadar oluyordu herhalde…) ama ben galiba o kadar da anneme benzememişim henüz.
Neden mi?
Birincisi onun gibi Pollyanna olamadım, üstelik bazı zamanlarda Pollyanna’yı gayet saçma bir insan olarak algıladığım da olmuştur… Bu kadar mutsuzluktan da mutluluk yaratılır mıymış kardeşim diye…
Sonra gerek ailesi, gerek arkadaşları hep anneme dertlerini anlatırken, pek azına annem kendi içindekileri dökmüştür diye düşünüyorum. Annem için büyük resim daha önemli oldu sanki. Detaylara boğmadı kendini, boğulmaya izin vermedi. Olmuş bitmiş hakkında değil, gelecek hakkında konuşulur bizim evde. Örnek almam lazım benim de ama insan bazen zorlanıyor tabii.
Hayat her zaman, herkes için inişler ve çıkışlarla dolu. Önemli olan inişleri nasıl idare ettiğimiz. Gözlerimizi kapatıp duvara çarpıyor muyuz? Yoksa akıllıca manevralarla yukarı çıkışa geçebiliyor muyuz? İkincisini yapabilen hayatta başarılı oluyor bence.
İşte ben de bunu yapmaya çalışıyor ve Maya’nın da böyle bir anne örneğini gözlemlemesini istiyorum. İleride onun da kuvvetli olabilmesi için. Arada yaşanan zor anları az dozlarda vermek de lazım miniklere herhalde ki “biz büyüklerin” bile hayatta zorlanabileceklerini, ancak akıllarını kullanarak bu zorlukların üstesinden gelebileceklerini görsünler, hissetsinler. Çünkü kuvvetli olmak sert olmayı değil, zorlukların üstesinden karakterini koruyarak gelebilmeyi gerektiriyor.
Şu ara biraz zorlansam da, kızıcığıma çaktırmıyor, pembe gözlüklerimi hevesle bekliyorum…
Pembe gözlük aranıyor, bulan haber versin 🙂