Tag: iş hayatı

Başarısızlık İçin On Emir – 2

Evet efendim nerede kalmıştık? Şu harika kitabın altıncı başarısızlık emrindeydik değil mi?

BAŞARISIZLIĞI GARANTİLEMEK İSTİYORSANIZ…

Altıncı Emir – Düşünmeye Zaman Ayırmayın

Bilgi çağında yaşıyoruz değil mi? Herkes bunu söylüyor, bununla gururlanıyor. Artık bilgisayarımızın karşısına geçtiğimizde ya da elimizdeki son model mini cihazların birinden internete bağlandığımızda, dünyada aradığımız her türlü bilgiye kolaylıkla ulaşıyor muyuz? Ya da ulaştığımız gerçek bilgi mi? Aslında burada bir hata var. Kitapta da belirtildiği gibi bilgi çağında değil, veri çağında yaşıyoruz.

Verilere durmaksızın, istediğimiz an ve yerde ulaşıyoruz. Fakat bazen bu veriler yarardan çok zarar veriyor, eğer doğru analiz edilmezse, eğer her okunan kanun ilan edilirse,…

Örneğin domuz gribini ele alalım. Ne kadar tedirgin olduğumuz o dönem, benim hayatımda derin bir iz bıraktı. Devlet, doktorlar ne dediğini, ne diyeceğini, nasıl yönlendirmeleri gerektiğini şaşırdılar. Her kafadan bir ses çıktı. Ne yaptım ben de diğer pek çok insan gibi? Evet, bilgisayarımın başına geçtim ve “bilgi” topladığımı sandım. Oysa ki oradan aslında belirli veriler elde ediyordum sadece.

Düşünmeye vakit ayırmadığımızda, bize sunulanlarla yetinmeye mahkumuz aslında. Bu çocuklarımız için de geçerli. Minicik yaştan itibaren onların her türlü adımını planlıyoruz. Onlar adına düşünüyoruz.

Önemli kararları almak ebeveynlerin sorumluluğunda bence. O konuda tereddüt etmiyorum. Örneğin doktora gidip gitmeme kararını bir bızdık veremez, vermemeli. Ya da üç yaşındayken okulunu seçmesi beklenmemeli, çünkü onun seçim kriterleri çok farklı. Oysa biz ileride sağlam bir kişi olabilmesi için nasıl bir altyapı gerektiğini biliyoruz. Karar bizde olmalı.

Ama bir doğumgünü partisinde, o partinin planlanmasında miniğimizin düşünmesine fırsat tanıyor muyuz? Yoksa biz de hiç düşünmeden, direkt harekete geçip, onun adına bize göre doğru olan düzeni mi kuruyoruz?

Maya’nın doğumgünününde hiçbir animatör olmadan çocukların kendi kendilerine oyun yaratması ve saatler boyunca sıkılmadan oynamaları benim için tüm bu anlattıklarımın canlı örneğidir.

Goethe demiş ki, “Eylem kolaydır, düşünce zordur.”  

Zoru başarmanın keyfi de başkadır 🙂

Yedinci Emir – Sadece Uzmanlara ve Dışarıdan Danışmanlara Güvenin

Bu emri kitapta harika bir hikayeyle örneklemişler:

Aylardan Ekimdir ve bir Kızılderili kabile reisi kışın sert geçeceğini düşünmektedir. Kabilesine yakacak odun toplamalarını söyler. Tahminini doğrulamak için de Ulusal Meteoroloji Hizmetlerini arar ve görevli meteorologa sert bir kış beklenip beklenmediğini sorar. Görevli “Elimizdeki göstergeler bu olasılığa işaret ediyor.” der. Reis kabilesine daha fazla odun bulmalarını söyler. 

Bir hafta sonra meteorolojiyi tekrar arar ve bu kez ağır bir kışın yaklaşmakta olduğunu söylerler. Reis Kızılderililere bulabildikleri en küçük odun parçalarını bile toplamalarını söyler.

İki hafta sonra yine meteorolojiyi arar ve şöyle sorar: “Bu kışın soğuk geçeceğinden emin misiniz?” “Kesinlikle.” diye yanıt verir meteorolog, “Kızılderililer deli gibi odun topluyor.” 

Bizler de bazen nedense dışarıdan gelen bir yorumun aslında gerçeği yansıtmadığını bilsek ya da şüphemiz olsa bile, yorumu yapan kişiyi dinleriz. Bir başkasına bazen kendimizden daha fazla güveniriz.

Oysa bazen konusunda uzman olan kişiler de hata yapabilir. Biz çocuğumuz için farklı bir sistemin daha doğru olduğunu düşünürken, konusunda uzman olan bir doktor, bir eğitimci ya da bir pedagog tarafından söylenenleri hiç düşünmeden kabul edebiliyoruz çoğunlukla. Onlara kendimize güvendiğimizden daha fazla güveniyor, inanıyor ve kıymet veriyoruz.

Sadece uzmanlara güvenerek başarısızlığımızı garanti ediyoruz.

Sekizinci Emir – Bürokrasinizi Sevin

Bürokrasi Türkiye için yabancı bir kelime hiç değil. Devlet dairelerine gidersiniz, bir türlü hızlı işlem yapılamaz çünkü birbiri ardına sıralanmış bürokratik engeller vardır aşmanız gereken.

Kızımızın doğumunu takiben Türkiye’ye geldiğimizde heyecanla nüfus cüzdanını çıkartma aşamasındayken, eşimin kaç defa aynı devlet dairesine gittiğinin sayısını bile unuttum. Çünkü her şeyi taksit taksit söylüyorlardı ve son aşamaya gelene kadar atılacak o kadar çok adım, uğrayacak o kadar çok oda var dı ki…

Bürokrasi nasıl şirketleri hantallaştırıyorsa, toplumları ve bireyleri de aynı şekilde boğuyor.

Dokuzuncu Emir – Karışık Mesajlar Verin

Net olmak, düşündüğü ile söylediği bir olan bir birey olmak aslında bazen oldukça zor.

Çocuğunuzla sizi ele alalım mesela? Hiç olmamış mıdır ki, çocuğunuza o gün üçüncü defa  “Arkadaşına bir daha kötü söz söylersen hemen eve gidiyoruz” dediğiniz?

Ya da benim durumumda akşam banyosundan sonra yemeğini yerken Kipper seyretmek isteyen Maya’ya izin verip, sonra filme daldığı için yemeğini yemeyi unuttuğunda tekrar ve tekrar ve tekrar filmi kapatacağım tehdidini savurmuş olmam. İşte benden kızıma karışık bir mesaj. “Filmi ancak yemeğini güzel yerse seyredebilecek, aksi takdirde televizyon kapatılacak.” mesajını sizce net olarak aldı mı bu çocuk?

Tabii ki hayır. Hata kimde? Bende!

Bunu farkettiğimde (biraz da sinir hali hakim olduğundan) televizyonu başka bir uyarı yapmadan direkt kapattım ve artık televizyon karşısında yemek yenemeyeceğini izah ettim. (Zararın neresinden dönülse kârdır.)

Bu tarz örnekler hayatın her noktasında var aslında. Yine yaşadığım örneklerden, önce size kesinlikle prensiplerinde sizin başından beri üzerinde durduğunuz bir uygulamanın yer almadığını söyleyen yüzme kurumu, siz üyeliğinizi iptal etmek istediğinizi belirttiğinizde birden bire prensipleri (aslında bürokrasiyi) bir tarafa bırakıp daha insancıl yaklaşma kararı alır. Ardından üyelik bittiğinde tekrar eski bürokrasi yerine gelir oturur. Nerede mesaj? Yok oldu gitti.

Kaybetmek istiyorsanız sakın net olmayın!

Onuncu Emir – Gelecekten Korkun

Keough “Risk almaktan vazgeçmek, ciddi bir risktir!” demiş bu bölümde. Ve güzel bir örnek vermiş hayattan. Özellikle Türk erkeğinin çok iyi anlayacağı bir örnek olduğunu düşünüyorum 🙂

Pek çok insan için gelecek hakkında temkinli ve dikkatli olmak doğru bir davranıştır. Temkinli olmak bir suç değildir ama şirket faaliyetlerinde her zaman başvurulan yöntem haline gelmesi, başarısızlığı çabuklaştırabilir.

Futbolda bu her zaman görülür. Maçın sonuna doğru, önde olan takım artık kendini tehlikeye atmak istemez ve avantajını korumaya dikkat eder. Avantajını risk alarak sağlamış olmasına rağmen, artık riske girmez. Ve çok kez oyunun son dakikalarında yenilir!

İyimser olmak kişinin olaylara daha sakin yaklaşmasını sağlıyor diye düşünüyorum. Sorunlara sakin yaklaşım ise çoğu zaman açılan kapıların daha kolaylıkla görülmesini sağlıyor.

Telaşlı, olumsuz, korku dolu bir yaklaşım ise olabilecek çözümlerin önünden onları farketmeden geçmemize neden oluyor çoğunlukla.

Neden bazı talihsizlikler hep aynı kişiyi bulur? Neden bazı insanlar sürekli kaza yaparlar? Öte yandan neden bazıları hep dört ayak üzerine düşer?

Belki biraz “Secret” vari bir yaklaşım ama iyimserlik ve biraz da cesaret hayatın daha olumlu akmasına destek oluyor diye düşünüyorum.

Ama başarısızlık için korkmak şart!

Donald Keough bizler için son bir emir daha eklemiş kitaba, on birinci olarak…

On Birinci Emir – İşinize ve Yaşama Olan Tutkunuzu Yitirin

Hayaller olmadan yaşam olur muydu derdiniz?

Birileri hayal etmeseydi Disney World olur muydu?

Birileri hayal etmeseydi aya gidilebilir miydi?

Birileri hayal etmeseydi şu anda ben bu satırları sizlerle paylaşabiliyor olur muydum?

Bir hayal ve o hayalin yarattığı heyecan. İşte hayatın özü.

George Bernard Shaw’un bir sözü var kitapta, bence harika:

Mantıklı insan dünyaya ayak uydurur. Mantıksız adam dünyayı kendine uydurmaya çalışmakta ısrar eder. Dolayısıyla tüm gelişme, mantıksız adama bağlıdır.”

Her şey duygularda saklı. Bir şeyi içimizde, gerçekten tüm benliğimizle hissettiğimiz noktada, her bir dokumuz heyecandan kıpır kıpır olduğunda doğru yolda olduğumuzun en büyük işaretini almışız demektir.

Yolunuz açık olsun!

Renkli Çakıl Taşları

Geçenlerde çok sevdiğim, genç bir yakınım akşamın ilerleyen saatlerinde beni aradı. Sesinde bir heyecan, bir çaresizlik… Hoşbeşden sonra, bekliyorum acaba asıl paylaşmak istediği nedir diye.

“Defne Abla, bizim okulun dergisine ‘Kişisel Gelişim’ hakkında bir yazı yazmam gerekiyor. Ama ne yazacağımı bir türlü bilmiyorum. N’olur aklınıza gelen şeyleri bana mail olarak atar mısınız?”

Yüzümde bir gülümseme belirdi. Ben de o yaşlardayken(ahhh ah gençlik, buu huuuuu),bu tarz alışılmışın dışında projeler ya da talepler hem beni çok heyecanlandırır, hem de panik olmama sebep olurdu. Kendi varlığımı bir şekilde gösterebileceğim, düşüncelerimi paylaşabileceğim, insanların dinleyeceği bir ortam ya da okuyacağı bir yazı hem müthiş bir heyecan kaynağı, hem de karın ağrısı olarak bende barınırdı.

Aradan seneler geçince insan bir şekilde, herhalde birikimler de arttığı için, konuları daha rahatlıkla irdeleyip, ifade edebiliyor.

Kişisel gelişim…

Nedir gerçekten? Ne kadar geniş bir konu değil mi? Tek cümle ile özetlemek mümkün değil.

Kişisel gelişim aslında bebeklikten başlayan ve son nefesle ancak tamamlanan bir şey.

Minicik bir bebeğin ilk birkaç senesindeki gelişimi daha fazla fiziksel boyutta olsa da, tabii ki iletişimi de hızlı bir şekilde gelişmekte. Ancak özellikle daha ilerleyen yaşlarda, öncelikle ebeveynlerin katkısıyla edinilen tecrübelerin her biri, iyi ya da kötü, minik çakıl taşları gibi bardağı doldurmaya başlıyor.

Okul hayatı, sosyal çevre, sunulan imkânlar, kişinin yaşadığı şehir ve ülke, karakterinin kendine has olmasıyla yönlendiği ilgi alanları ve daha burada sayamadığım pek çok unsur aslında kişisel gelişimin bir parçası.

Benim en çok ilgimi çeken ise burada hobilerin yeri. Neden mi? Çünkü hobiler insanın kendisinin bilinçli olarak yönlendiği konular. Diğerleri genelde ya kontrolümüz dışında olan etkenler, ya da farkında dahi olmadığımız bir süreçte elde edilenler.

Hobiler ise her şekle bürünebilir, herkes tarafından elde edilebilir, yaratıcılığı zorlar, kişinin gelişimine maksimumda katkı sağlar, zor zamanlarda imdada yetişir, mutlu olduğunuzda paylaşılarak çoğalır, başkalarını da mutlu eder. Onlar bana göre bardaktaki renkli çakıl taşları.

Belki meraklı bir tip olmam, belki yenilikleri denemeye pek bir hevesli olmam, belki de macera arayışım, çeşit çeşit kurslara katılmama neden oldu. Makyaj mı istersiniz, hem yurtiçi hem yurtdışı eğitimler aldım. Yemek pişirmek? Bayılırım ders almaya. Zaten üniversitede başlayan turizm ve otel yöneticiliği aşkım, mutfakta ve barda tecrübelerimle pekişince önüme gelen kursa katıldım diyebilirim. Şarap tadımı ve kursu mu var? Koluma bir arkadaşımı takmışım, ben oradayım. Her yere de birilerini sürüklemezsem olmazzzzz…
Dans? Evet evet bayılırım dans etmeye. Hele de Latin olursa. Mundo Latino severek dans dersleri aldığım bir yerdi mesela. Önce kendi başıma, sonra sevgili eşimin katılımıyla.
Tatile gittiğim mekanda sanat atölyesi mi var? Onu da deneyelim. Peçete kullanarak gayet basit bir teknikle yaptığım resim, şu an ailemizin yazlık evinde asılı durumda.

Başka?

Suda jimnastik? Evet evet spora mutlaka eklenmesi lazım.

Ve son aşkım. Flower designing. Sevgili Sezen’in atölyesinde, onunla baş başa yaptığımız çalışmalar sadece gözüme değil, ruhuma da hitap ediyordu. Adeta bir terapi kıvamında. Hâlâ da devam etmeye çalışıyoruz, zor ayarlansak da 🙂

Şimdi bunları okuduğunuzda bana iki farklı yorumda bulunabilirsiniz.

Birincisi doyumsuz ya da maymun iştahlı.

İkincisi çok yönlü, denemeye açık.

İlkini diyorsanız seyrek görüşelim lütfen :)) Şaka şaka…

Sözlükte “hobi” kelimesinin karşısında “görev ve meslek dışında severek yapılan, dinlendirici, oyalayıcı uğraş” diye yazıyor.

Benim de bugüne kadar yaptıklarım, gerçekten meslek edinmeyi düşünmeden, ilgimi çeken konularla tanışmış olmayı ve kendime standart hayatımdan bir paydos verip, bambaşka bir ortamda bulunabilmeyi hedefliyordu.

Etrafıma baktığımda kişilerin hobi ve meslek kelimelerini karıştırdığını düşünüyorum. Bu belki her kişinin hayalinin kendini çok çok mutlu hissettiği bir işinin olması. İşe giderken mutluluktan uçması, hatta yolda “canım işim, canım işim” diye şarkı söylemesi.

Size acı bir haber vereyim: bu sadece bir HAYAL!

Hemen bir açıklama getirmek isterim bu yorumuma, insan sevdiği işi yapabilir ama o yine de iştir ve beraberinde pek çok sorumluluk getirir. Kendi işinizse 24 saat aklınızdadır. Kâr etmeniz gerekir, elemanlarınıza karşı sorumluluklarınız vardır, müşterilerinize karşı daha da büyük sorumluluklarınız vardır. Başarılı olmak elzemdir. Rekabet ortamında benzerleriniz arasından sıyrılmanız gerekir. Ve bunu her gün yapmanız gerekir. Vazgeçemezsiniz, bırakamazsınız.

Bir müessesede çalışıyorsanız eğer, bu sefer oranın kurallarına uymak gerekir. Maaşınız bellidir. Yine müşterilerinizi ve bu sefer patronunuzu da mutlu etmeniz gerekir. İş arkadaşlarınızla iyi geçinmek çok önemlidir. Çalışma ortamına ve saatlerine mutlaka uymanız gerekir.

Gerekir de gerekir…

Bilmem anlatabiliyor muyum? (Bu cümleyi hafif Doğu şivesi ile söyleyince komik oluyor… Deneyin…)

Halbuki hobiler öyle mi? Para kazanma ya da kazandırma derdi olmayınca, nasıl da keyifli bir hâl alıyor yapılan çalışmalar.

Ancak bizde kopyacılık maksimumda. Başka hiçbir ülkede belki bu kadar çok yoktur. Herşeyi taklit ediyoruz. Zaten en güzel taklit çantalar da Türkiye’de yapılıyor. Sadece bu bile bir gösterge.

Birisi bir konuda başarılı mı? Hemen “Aman canım ne var ki, ben de yaparım. Zaten çiçekleri de ucuza alıyorlar. İki ders alsan hemen kendi kontaktlarını kullanıp organizasyonlara çiçek tasarlayabilirsin.”

Kardeşim, o kişi bunu meslek edinene kadar neler yaşamış? Ne eğitimler, ne tecrübeler, ne fedakârlıklar, nasıl bir yatırım, neler neler. Ne olur benim yaptığım çalışma sadece bir hobi olarak kalsa? Kime, ne zararı var?

Yapılan işe saygı duymaktan çok, küçümseyip, sonra da aynısını yapmaya çalışıyoruz toplum olarak. Sen de farklı bir şey yap. Olmaz mı? Ama öylesi zor. Yapılanı kopya etmek çok daha kolay.

Milletimin hobisi yok bu nedenle. Çünkü hobileri mesleğe çevirmeye çalışma derdinden kimse yaptığından hoşlanmıyor ki… Bir telaş, bir acele. Kopyalamaya çalışıyoruz her beğendiğimizi, sonra da ondan para kazanmaya çalışıp, tüm güzelliğini, tüm saflığını yok ediyoruz.

Öncelikle hobi edinmeyi öğrenmemiz lazım. İşte kişisel gelişim ancak bu şekilde renklenecek. Her bir hobi farklı bir renk katıyor bize. Ve biz çok renkli, çok keyifli, paylaşabilecek konusu fazlasıyla olan, hayattan zevk alabilen insanlar haline geliyoruz. Yaşımız ilerleyip, iş hayatından elimizi ayağımızı çektiğimiz dönemde de hobilerimiz imdadımıza yetişiyor, bir yaşam şekli olarak karşımıza çıkıyor.

Zamanında denizciliğe merak sarmış bir kişi, yelkenlisi ile dünyayı dolaşabiliyor. Çiçek işine kendini vermiş bir diğeri, bahçesini kendi donatıyor rengârenk çiçeklerle. Onların nasıl yetiştirildiğini torununa gösterebiliyor, paylaşabiliyor.

Seçilerek edinilmiş her bir deneyim, insanı daha kuvvetli kılıyor, geliştiriyor, taşlar üst üste ekleniyor.

İşte kişisel gelişim bu bence. Her yerden edinilen tecrübeler, bilgi akışı. Ama en önemlisi hobilerimiz ve onların bize en başta manevi anlamda kattıkları.

Mutluluğu başkalarının yaptıklarında değil de kendi yapabildiklerimizde bulduğumuzda, daha renkli kişiler olacağımız kesin. Sırf bu sebepten belki de okullarda “hobi edinmek” başlıklı bir ders olmalı ki bizim bızdıklar hobi edinmenin önemini tecrübe ederek öğrensinler. Malum herşeyi okullardan bekliyoruz ya… Bizlerden hayır yok, bunu da okullar versin çocuğa… (Çok manidar oldu ama bu da başka bir yazının konusu sevgili Dostlar)

Hepinize kucak dolusu renkli çakıl taşları…

İşte kişisel gelişim bu bence. Her yerden edinilen tecrübeler, bilgi akışı. Ama en önemlisi hobilerimiz ve onların bize en başta manevi anlamda kattıkları.

Mutluluğu başkalarının yaptıklarında değil de kendi yapabildiklerimizde bulduğumuzda, daha renkli kişiler olacağımız kesin. Sırf bu sebepten belki de okullarda “hobi edinmek” başlıklı bir ders olmalı ki bizim bızdıklar hobi edinmenin önemini tecrübe ederek öğrensinler. Malum herşeyi okullardan bekliyoruz ya… Bizlerden hayır yok, bunu da okullar versin çocuğa… (Çok manidar oldu ama bu da başka bir yazının konusu sevgili Dostlar)

Hepinize kucak dolusu renkli çakıl taşları…

İşte kişisel gelişim bu bence. Her yerden edinilen tecrübeler, bilgi akışı.Ama en önemlisi hobilerimiz ve onların bize en başta manevi anlamda kattıkları.

Mutluluğu başkalarının yaptıklarında değil de kendi yapabildiklerimizde bulduğumuzda, daha renkli kişiler olacağımız kesin. Sırf bu sebepten belki de okullarda “hobi edinmek” başlıklı bir ders olmalı ki bizim bızdıklar hobi edinmenin önemini tecrübe ederek öğrensinler. Malum herşeyi okullardan bekliyoruz ya… Bizlerden hayır yok, bunu da okullar versin çocuğa… (Çok manidar oldu ama bu da başka bir yazının konusu sevgili Dostlar)

Hepinize kucak dolusu renkli çakıl taşları…