
50 yaşıma iki kala hayata anneannem gibi bakmaya başladım adeta 🙂
“Bizim zamanımızda…” diye başlayan cümlelerim arttı.
Özlem duyuyorum geçmişe.
Sanki daha bir saftı, temizdi herkes. Bir duruşu vardı insanların gibi geliyor dönüp baktığımda.
Temel bir ahlak anlayışı hâkimdi. Sev sevme ama vardı işte ucundan kıyısından.
İnsanlar iletişime, karşılıklı konuşarak konularını dillendirmeye, gönül koyarlarsa açıkça söylemeye, bir diyecekleri varsa yüzüne demeye, diyeni dinlemeye sanki daha bir açıktılar. Doğru buydu o zamanlar.
Meslek sahibi olmak demek sadece okumak demek değildi. O meslekteki duruşun, işinde ilerlemek için sebat etme hâlin, zorlu dönemleri göğüslemeye hazır olman, kendinden daha iyi olmak için çabalaman, verilen işe dört elle sarılman, vardığın yere kendi çabanla gelmen ve o yakaladığın saygınlığı korumak için toplum için de bir şeyler yapman önemliydi sanki.
‘Söz uçar, yazı kalır’ denirdi ama sözün de esas olduğu çoktu.
Yaptıklarını, başarılarını yakın çevren duyuyordu ki bunların çoğu zaten senin ne olduğunu, ne yapıp ne yapmadığını, içini dışını bilenlerdi. O yüzden hava satamazdın kolay kolay. Yerine oturturlardı seni – hele bir havalanmaya çalış.
Para konuşulmazdı örneğin. Yapılan yardımlar ulu orta duyurulmazdı. İbadet etmek gibi, bunların da kişinin kendinde kalmasının uygun olduğu düşünülürdü.
Alçak gönüllü olmak erdemdi. Yardımlaşmak, çözüm sunmak esastı.
Bir hediye geldiğinde hemen açılır, teşekkür edilir, açılamadıysa ertesi gün mutlaka aranırdı, açık kapatılırdı.
Birinden mesaj geldiyse, cevap vermemek insanı rahatsız ederdi. Kısacık da olsa bir cevap yazılırdı. Bu, karşındakini önemsediğini veya işini ciddiye aldığını göstermenin daha ilk adımıydı. En temel adımı. Basamağın ilki.
Ha, hayat toz pembe miydi? Tabii ki değildi. Şirket içi çatışmalar, birbiriyle anlaşamayan insanlar, eriyen dostluklar, endişe bulutları hep olurdu. Hayat bu. Olmaz mı…
Ama insanın bir duruşu vardı. Bir çizgisi vardı. Bir karakteri vardı.
Seversin sevmezsin. O başka. Ama bilirdin.
Bizim zamanımızda…
Şimdilerde durum çok vahim bence. Ben anlayamıyor, anlamlandıramıyorum.
Teknoloji müthiş. İtirazım yok. Bu yazı bile sizlere teknoloji sayesinde ulaşıyor. Ne çok işe yarıyor. Beynimiz azıcık tembelleşti ama olsun. Başka şeylerle dolduruyoruz onu.
Sosyal medya? Harika bir tanıtım aracı veya anı toplama noktası. Albüm gibi. Ancak milyonlarla paylaştığımız bir albüm. Olsun. Paylaştıkça çoğalır her şey. Zaten kendimizi meğer ne beğenirmişiz. Paylaşacak ne çok fotoğrafımız, söyleyecek ne çok sözümüz varmış.
Yepyeni meslekler günümüzün ihtiyacına göre beliriyor. Ne güzel, ne renkli. Olsunlar tabii. Hem zaten artık çocuğum avukat, mühendis veya doktor olsun faslı kalmadı. Sosyal medya aracılığı ile hak hukuk aranıyor, toplum jürisi cezayı kesiyor, faydalı reçeteler paylaşılıyor, uzaktan uzağa herkes her konuda ahkâm kesiyor… E ne lazım okumak?!
Eskiden özgeçmişe yanlış veya fazla bilgi yazmaktan, kendini övüyormuş gibi bir hava yaratmaktan çekinir, çok dikkat ederdik. Şimdi “mış gibi” yaşanıyor.
Artık ofis hayatı yerine özgür çalışma şartları var. Ofise gitmesen de olur. Evini ofis yap, ofisini sırtında taşı. Ne kolay. Ne pratik. Ne mantıklı ve hesaplı.
Her şey iyi hoş da
Ben eskiyi özlüyorum.
Hani şu ahlaklı olmanın her meslekten önde olduğu, samimi iki çift lafın her derde iyi geldiği, insanların birbirine yardım için samimiyetle el uzattığı, sadece kendininkinin değil, bir başkasının başarısının da gönülden alkışlandığı, kıskananın kendi kendini daha iyisi için iteklediği, insanın duyarlı, yani aslında “insan” olduğu gençliğimin dünyasını özlüyorum gerçekten.
Bir durup düşünün bence. Neydik, ne olduk ve neden böyle olduk.
Sizi başarınızdan dolayı içtenlikle tebrik etmeyeni, sessiz kalanı bir değerlendirin.
Yaptığınızı kopyalayana sadece üzülün. Bırakın kopyalasın. Siz yolunuza devam edeceksiniz nasılsa. Ama varlığının farkında olun.
Dün can ciğer kuzu sarması olduğunuzun, ertesi gün selam vermemesine şaşırsanız da hayatınızdan çıkmasına izin verin. Geçin gidin gerçekten. Ancak ileride kalbinizi açarken azıcık dikkatli olun.
Her söylenene inanmayın, dedikodudan kaçın bence. Hem zaten sizin bunlara zamanınız yok ki… Çok meşgulsünüz ya malum.
Sosyal medyayı şikâyet duvarı gibi kullananların ruh hâlini bir düşünün. Sürekli ahlayan oflayan, patronunu, arkadaşını, bir kurumu, bir emeği, bir işbirliğini tek taraflı şekilde yeren, etrafındakilerini kışkırtan, bundan güç alacağını düşünen vızıltılara dikkat edin bence. Kaçın hemen o noktadan, o yorumdan, o paylaşımdan. Toksik çünkü. Kimseye faydası yok. Yazan dışında. (Aslında onlara da yok ama nereden bilecekler ki, kendi küçük dünyalarına kafayı gömmüş, çözüm değil de sorun peşindelerse.)
İyi çocuk yetiştirmek lazım diyorum sürekli. İyi insan olsun çocuklarımız. En önce bu gelir çünkü. Gerisi detay.
İyi insan olsunlar
İyi işlere imza atsınlar
İyilik paylaşsınlar
Gerisi boş
Çünkü artık söz de yazı da uçuyor.
Category: Genel, Günlük Hayat, Uncategorized
8 Comments