“Her duyduğuna inanma!” derdik eskiden. Şimdi buna “Her gördüğüne inanma!” cümlesini de eklemek istiyorum. Özellikle çocuklar ve gençler için.
Taze beyinler, açık fikirli bakışlar, yalan nedir bilmeyenler, “mış gibi yaşamak” cümlesini belki de henüz duymamış olanlar onlar ve zaman içerisinde her paylaşılanı gerçek, her yazılmış cümleyi doğru sanabiliyorlar.
Sosyal medyadan bahsetmek istiyorum biraz.
Bu sabahki yürüyüşüm esnasında şahit olduğum bir görüntüyü önce paylaşayım. Ne demek istediğimi anlayacaksınız.
Yürüyüşe çıkmış iki arkadaş. Kıyafetler çok sportif. Birbirlerinin fotoğrafını çekiyorlar. Müthiş pozlar. Ben hızla oradan geçiyorum. Aradan bir süre geçiyor. Dönüş yolundayım. Yine oradalar. Çekime devam. Arka planda İstanbul Boğazı, yüzlerde gülücük. Bu sefer farklı bir şey dikkati çekiyor. Çekim esnasındaki müthiş mutlu gülümsemeler kamera işi bittiği an düzleşiyor, silikleşiyor, ortadan kalkıyor.
Yani mutluluk kamera için. Bu çekimin ardından gelecek paylaşım şerefine.
Bizi farklı bir sosyalleşme modülüne iten, yanımızda en sevdiğimiz arkadaşımız varken bile gözümüzü alamadığımız, yolda ona bakmaktan yamuk yumuk yürüdüğümüz, araba kullanmayı ve trafik kurallarını bize unutturan, hayatımızın temel ihtiyaçlarından biri hâline gelmiş garip ama gerçek şeyden bahsediyorum.
Hayatımızın içinde olduğu kesin. Nasıl kullanacağımız ise bize bağlı.
Hangi mecrayı kullanırsanız kullanın, çocuklara ve gençlere şunu anlatmak lazım: içini dışını bilmediğiniz kişilerin paylaşımlarında gördüğünüzün yarısını çöpe atın, kalanını da soru işaretiyle değerlendirin. İşin özü bu bence.
Gözlemlediğim kadarıyla, temelde iki ayrı paylaşım türü var. Bir grup onu bunu eleştiriyor, yüzüne diyemediğini bu kanaldan atıp tutarak “dillendiriyor”, memleket meseleleri çözüyor, parmağıyla kurumlara destek oluyor, “bakın ben ne yaptım, siz yapmadınız” ları oynuyor.
İkinci grup için adeta hayat her gün her saniye güllük gülistanlık. Onların hayatı hep iyi. Hep mutlular, hep başarılılar, karın kasları da müthiş, en iyisini yiyip, en iyisini yapıyorlar. Üstelik de etrafları çok kalabalık. Herkes onların arkadaşı, dostu…
Demek istediğim, küçücük yaştan başlayan sosyal medya kullanımı çocukları ve gençleri son derece yanıltıcı bir dünyaya sürüklüyor. Bunu bilsinler yeter.
Kimse her günün her saati mutlu değil, herkesin binbir türlü sevimsiz meselesi var, çözmeye çalıştığı. Ne zorluklar yaşıyor hayatında belki de. Bilemeyiz ki…
O müthiş kasların bir kısmı bir fotoğraf uygulamasıylaysa, kalanı belki haftanın yedi günü spor yapmaktan, son derece düzenli beslenmekten geçiyordur. Yani şanslı değildir de emek veriyordur. Önceliği budur mesela.
İşinde büyük başarılara imza atmış kişilere bir sorun, nasıl oldu bu diye… Size ne çok zorluk anlatacaklar. Çünkü hakkıyla elde edilmiş başarı gerçekten kolay gelmiyor. Ama o kareye yansıyan, işin sonucu, mutluluk veren, yani “İşte bunun için tüm emekler” dedirten an. Süreci değil de sonucu yansıtan.
Yapılan araştırmalar insanların (öyle olmadığını iddia edenler de dahil olmak üzere) toplum tarafından onaylanmak, beğenilmek, örnek alınmak, alkışlanmak, kendisi gibi düşünenlerle bir olma isteğiyle sosyal medyayı kullandığı yönünde. Her beğeni aldığımızda “mutlu” olmamız işte bu nedenden.
Bunların kimseye zararı yok. Yapılan paylaşımlara temkinli yaklaşırsak, kendi artılarımızı ve hayatımızdaki mutluluk kaynaklarını unutmazsak tabii.
Lütfen çocuklarımızın bunu anlamasını sağlayalım. Bunun için en başta kendimizin bu dünyaya karşı biraz daha temkinli yaklaşmamız, biraz daha dışarıdan bakmamız gerekecek sanırım 🙂
Category: Genel, Günlük Hayat
2 Comments