Şu genetik işi inanılmaz bir şey. Gerçekten insan düşündükçe ve yaşadıkça daha da çok öğrenesi geliyor. Allahtan bu konuda uzman bir yakınım yok. Olsaydı benden kolay kolay kurtulamayacaktı zavallı…
Bir bebek doğduğu andan itibaren ya anneye, ya babaya ya da diğer aile büyüklerine benzetilmeye çalışılır. Aslında bebekler doğar doğmaz bence hiçbir şeye benzemiyorlar!!! Gerçekten. Zavallılar, hele de normal doğum sonrası eğri büğrü, sudan çıkmanın getirdiği pütürlü bir cilt, şaşkın bakışlar,…
Ama hepimiz birilerine benzetme çabasındayız o minik hallerinde bile. İşte genler bizi bu kadar etkiliyor… Mutlaka bir çıkarım yapmaya çalışıyoruz.
Bebekler daha da büyümeye başladıklarında ise gerçekten bir tarafa daha fazla benziyorlar. Zaman içerisinde bu benzerlik müthiş bir değişim gösterse de genelde aile burnunun kimden geldiğini ya da el ve ayaklarının kime benzediğini söyleyebiliyor. 35 sene boyunca herkes beni babama daha çok benzetirken, son üç senedir anneme ne kadar benzediğim konuşulmaya başladı. Üç senede bende ne değişti bilmiyorum ama ortak görüş bu yönde.
Bu arada komik bir tespit ise, kız tarafının çocuğu anneye, anneanneye, teyzeye falan benzetme gibi bir eğilimi varken, erkek tarafı da benzer şekilde tırnak ucundan, kaşının kenarına kadar çocuğu babaya, dedeye, babaanneye benzetir. Bir anlamda yarış durumu var anlayacağınız. Çocuk kime benziyor yarışı. Komik geliyor bana ama bazen ben de kendimi bu durumda buluyorum tabii. Özellikle arkadaşlarımın çocuklarını ilk gördüğümde otomatikman ağzımdan “Neşecim ne kadar sana benziyor…” tarzı bir laf çıkıyor. Çıktıktan sonra farkına varıp kendime gülüyorum 🙂
Ben küçükken çok sulu gözlü bir bebekmişim. Çocukluğumda da bu devam etmiş. (Hâlâ sulu gözlüyüm bu arada ama fren mekanizmam eskiye göre daha iyi çalışıyor!)
O kadar ki zavallı ablam Nilgün bana sinir olurmuş. 10 gün öncesinden kalmış bir yara izine bakıp, aklına o günki acısı gelip, birdenbire gözyaşları içinde kalan kaç çocuk vardır ki?
Şimdi aileye ikincisi katıldı!!! Lakabı “Drama Queen”…
Evet, benim minik kızım tam bir “Drama Queen”!!! Benim küçüklükteki zır zır hallerimden baygınlık geçirenler herhalde “Senin gibi kızın olsun da halimizi anla” diye dua ettiler çünkü Mayacık gerçekten en ufak çiziği gördüğü an kıyameti koparıyor. Çığlık kıyamet pazarlık yapılmaya başlanıyor, ne krem sürülecek ne sürülmeyecek…
“Anne kahverengi kremden sürmeeeee (Batticon)” Buaaaahhhhhhhhhhhhhh 🙁
“Tamam Mayacım. Zaten minicik bir çizik. İstersen biraz buz koyalım üzerine. Sonra beyaz kreminden süreriz (Neosporin)….”
Sniff, sniff,…. (Bu arada gözlerden akan yaşlarla minik bir havuz oluşmuş durumda.)
En son bu olay babaye ile olan tatilimizde gerçekleştiğinden, kadıncağız gözlerden fışkıran yaşlara şaşkınlık içinde bakıyordu… (Hele de üç erkek çocuk büyütmüş bir kişi olarak, bu kadar minik bir çiziğin, bu kadar dramatize edilmesine inanamadı…)
Derken krem sürme faslına geldiğimizde sanki ameliyat olunuyor (anestezi olmadan!!!) görüntüsü var bizimkinde.
Talimatlar yağıyor : mutlaka üflenecek, çok dikkatli sürülecek, sürme işlemi tamamlandıktan sonra tekrar üflenecek,…
Yara yok olana kadar ne oraya su deymeli ne de denize girilmeli…
Yara bere dışındaki pek çok durumda da titrek ses, göz yaşları ya da en azından gözlerin hemen sulu sulu olma durumu hakim bizim minik “Drama Queen” de…
Ama niye şaşırıyorum ki? Ben de aynen böyleydim. Hatta ilkokul öğretmenim bir veli toplantısında anneme “Defne’den şikayetçiyim. Onun yüzünden kimseyi azarlayamaz oldum. Sınıfta yaramazlık yapan çocuklara kızdığımda Defne’nin gözleri doluyor, ağlamaklı oluyor!!!” demişti seneler önce.
Duygusal tarafımız fazlasıyla (hatta gereğinden fazla) gelişmiş kızımla benim.
Drama durumumuz genel sağlık konularında da oldukça aktif şu aralar… Pek bir endişeli ve bundan dolayı da oldukça tedbirli minik hanımcık.
Dişler iyice fırçalandı mı mutlaka anne birkaç defa kontrol etmeli…
Acaba dişlerini sıkarsa dişleri kırılır mı? (Şu ara bir arkadaşına ya da bize kızdığında kötü bir şey söylememek için dişlerini sıkmaya başladı da… Bunu nereden öğrendi hiçbir fikrim yok bu arada…)
Dün öğlen dişlerini pek de iyi fırçalamamıştı. Acaba mikroplar dişlerini yer, çürütür mü?
Yarası kirlenirse mikrop kapar mı? Acaba bir hafta öncesinden kalma bu yara kirlenmiş midir ki?
Ve türevleri…
Hayır, biz sürekli korkutan bir anne-baba da değiliz. Temel bilgileri veriyoruz ve öğrenmesini sağlıyoruz. Onun için bu fazladan tedbir ve endişe durumlarının kaynağını henüz çözemedim şahsen. Olsa olsa genetiktir diyorum… Ha, bir de etraftaki diğer ismini tespit edemediğim kişileri suçluyorum, “Kesin birileri çocuğun aklına bunu soktu” diyerek…
Aklıma gelen çocukluk hikayelerimden kendime ders çıkartmaya çalışıyorum:
Ben küçükken, anneannem ve dedemin bahçeli evi vardı ve mutlaka köpekleri olurdu. Ben de köpekleri çok seven bir çocuk olarak onlarla bol bol oynardım. Annemler zaten bana köpekle oynadıktan sonra ellerimi yıkamam gerektiğini öğretmişlerdi. Bundan tam emin olamayan anneannem bir gün konunun önemini vurgulamak adına bana bir aile büyüğümüzün zamanında ellerini yıkamadığı için elinde kalan bir köpek kılını yuttuğunu ve sonra da ameliyat olması gerektiğini anlatmıştı. Bu beni çok korkutmuştu. Ellerimi kırk defa yıkamaya başlamıştım.
Bu sefer aile “Bu kız niye bu kadar sık el yıkıyor???” diye endişelenmeye başlamışlardı (Her zaman endişelenecek bir şey bulunuyor nasılsa…)
Bana konuyu açtıklarında ben de nedeninin duyduğum bu hikaye olduğunu söylemiştim tabii ki…
Acaba farkında olmadan böyle bir hata mı yaptım diye düşünüyorum ama aklıma da bir şey gelmiyor. Genetiktir herhalde 🙂 Birilerine çekmiştir mutlaka… Ya da…
Evet bildiniz: başkalarının suçudur!!!
Uzun lafın kısası gerçekten bızdıklarımız ailenin her bireyinden ufak ufak bir şeyler alıyorlar. Zaman içinde bazı şeyler değişiyor haliyle. Bakalım bizim “Drama Queen” ne zaman annesi gibi frene basmak gerektiğini farkedecek!!!
Category: Sağlık
No Comments