Nasıl çalıştı…
Hangi ara yazdı…
Ne gibi bir uğraş verdi…
O kitaplar nasıl oldu da basıldı…
Hiç oralarda değildim küçükken.
O benim annemdi. NOKTA!
Hele bir bana yeterince ilgi göstermesin! Hemen tepkimi verirdim. Ya surat asardım, ya kırılmış dolanırdım etrafta.
Ne kadar bencilce değil mi?
Ama çocuk olmak böyle bir şey. Son on senedir kızımdan biliyorum. Üstelik benimki gayet de kapris yapmayan türünden, empati duygusu yüksek. Ama haklı olarak düşünüyor ki ondan daha önemlisi yok. Onun her durumu acil, her sorusu başkalarınınkinden önemli.
Geceleri niye bu kadar uzun oturuyor diye hiç düşünmedim. Öyleydi o herhalde. Gece kuşu.
Sabah okula giderken bizimle kalkması zaten olması gerekendi. Gece kaçta yattığı önemsiz.
Ay bir de bizi çalıştırmasa…
Sayfa sayfa el yazısı yazılmış kağıtlar koyar önümüze… Bakalım nasıl bulacakmışız.
İşin ilginç yanı, okudukça okuruz, daha da isteriz. Gerçekten ilginç yazıyor… Okuyası geliyor insanın. Hiç de fena değil… Daha yok mu?
Biz böyle devamını istedikçe ilginç şekilde seviniyor. Halbuki ona daha fazla iş düşüyor. Bizi mutlu etmek için yazması gerekiyor!!!
Ama size bir sır vereyim mi? Biz ve arkadaşlarımız olmasa biraz zor malzeme bulur! Sadece kendi arkadaşlarıyla yaşadıklarını yazmak nereye kadar… Halbuki bizim hayatımız çok renkli 🙂 🙂
Şaka bir yana, hep bize sorarlar, “Bu kitaptaki karakterler sizler misiniz?” diye… Değil tabii ki… Esinlenme olduğu bir gerçek. Ama o kadar.
Neyse efendim, annemden bahsediyorum tabii.. Yazar kişiliği özellikle küçükken hiç mi hiç umurumda olmayan, benim için sadece ve sadece “annem” olan kişiden bahsediyorum.
Son yedi-sekiz senedir kendim bir şeyler karalamaya başladıkça, “yazar” olma hâlinin ne kadar hafife alındığını daha da iyi gözlemler oldum.
Neden ve nasıl mı? Hemen anlatıyorum.
Hem profesyonel hayatta, hem diğerinde bulunmuş bir insan olarak, şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, “serbest çalışma” diye adlandırdığımız ki içerisinde “yazar” olma durumu da var, genelde ciddiye alınmıyor.
Bir ofise gitmek zorunda değilseniz eğer, hiç önemli değil zamanınız. Ortadan yok olursanız herkes kırılır, ev halkı şikayet eder. Herkes normal düzenin devamını bekler, serbest çalışan kişinin her daim el altında ve ulaşılabilir olmasını bekler.
Ben de bunu çocukken eminim yapmışımdır. Yetişkinler bile aynı yanılgı içindeyken çocuklar ne yapsın…
Evinden çalışan, bir şeyler yaratmaya, üretmeye çalışan kişiler genelde her zaman “serbest” görülüyor. Oysaki bir ofise gitmekten çok daha fazla çaba harcıyorlar. Kendi kendilerini disipline etmeleri gerekiyor çünkü. Her gün, düzenli olarak okuyup yazmazlarsa bir şey üretemiyorlar. Kendilerini geliştirmezlerse yerlerinde sayıyorlar. Üstelik onlar için eğitim programları düzenleyen firmaları yok.
En büyük motivasyonları okurlarından gelen mektuplar, okullarda veya imza günlerinde onlarla bir araya gelebilmek, boyunlarına atlayan minik minik çocuklar, gelen güzel e-mail, sosyal medya mesajları,… Kimse onlar için motivasyon gezileri düzenlemiyor ki zaten…
“Ne kadar kazanıyorsunuz?” diye soruyor çocuklar, gittiğim okullarda. Veya “Bu bir meslek olabilir mi?” diyorlar. Gülüyorum hâliyle…
Eskiden anlamazdım. Şimdi anlıyorum.
Sadece “Aaaa hiç size kimse karşınızdakinin kazancını sormak doğru değildir demedi mi?” diyorum kıs kıs gülerek.
Niye şimdi heveslerini kırayım ki… Değil mi ama?
Diyeceğim o ki, bir kitabevine gittiğinizde, elinize aldığınız kitabı incelerken tüm emeğe, ayrılan zamana, uykusuz geçen gecelere, çürüyen dirseklere, başka şey yapacakken yapmayan iradeye saygı duymayı unutmayın, ne olur.
Kolay değil çünkü, bir tanecik kitap üretmek…
Category: Çocuklu Olmak, Genel, Günlük Hayat
4 Comments