Bir grup blogger anne ve baba olarak, geçtiğimiz haftalarda Tan Sağtürk ile Barceleo Eresin Topkapı Otel’de buluştuk. Çok sıcak, içten bir ortamda, senelerdir sanatını ve sonrasında eğitim kurumlarını takip ettiğimiz kişi, karşımıza bu sefer de üç tane kitabıyla ve “yazar” kimliğiyle çıkıyordu.
Bu sohbetin sonunda Tan Bey hepimize birer kitap hediye etti. Fındıkkıran balesinin, kızı Ada ile hikâyeleşmiş şekli gerek kitabın kalitesi, gerek anlatımın çekiciliği ile bence çok başarılı. Kitapla birlikte gelen CD ise hem müziği dinlememizi, hem kitaptaki hikâyeyi takip etmemizi sağlıyor. Doğan Egmont’tan çıkan kitabın ikincisi Uyuyan Güzel.
Kızıcık da kitaba bayıldı, CD’yi keyifle dinledi. Bol bol sorular sordu.
Tan Sağtürk buluşmasının ardından, sizlere özet bir yazı geçmek bana yeterli gelmedi. Bu nedenle, Tan Bey’e birkaç soru yollayarak, kendi cümleleri ile size anlatım yapmasını rica ettim. Kendisi tüm içtenliğiyle cevap verdi. Sağ kolu Fatoş Kara ise olanca yoğunluğunda bana bu cevapları iletti.
Barceleo Eresin Topkapı Oteli’nde gerçekleşen buluşmamızda Sağtürk’ün üzerinde durduğu bir konuyu eklemeden geçemeyeceğim: “Çocuklarımızın disiplinli bir şekilde sanata veya spora yönlenmesinde büyük fayda görüyorum. Balede gösterdikleri disiplin, onların sadece bu konuda değil, hayatta el attıkları pek çok konuda başarılı olmalarını sağlıyor. Disiplin, azim, çalışmak ve planlı olmak,… Bunlar hayatın her alanında gerekli olan ve küçük yaştan itibaren edinilmesi gereken alışkanlıklar. İşte biz akademilerimizde bu alışkanlığı veriyoruz. Çünkü başka türlüsü zaten olmuyor.” diyerek, bızdıklarımızın hayatına sporu, sanatı ciddi anlamda sokmanın faydasını özetlemiş oldu. Buna tüm kalbimle inanıyorum.
Ve karşınızda Tan Sağtürk…
Tan Bey, öncelikle yeni kitaplarınız hayırlı olsun. Fındıkkıran çocukken unutamadığım bir baleydi. Belki de baleyle, klasik müzikle gerçek, kalıcı tanışmamı sağlayan eserdi. “Fındıkkıran” ve “Uyuyan Güzel – Ada Bale Gösterisinde” kitaplarınızın çıkış noktasını sizin cümlelerinizle 0 km.Bızdıklar okurlarına aktarmayı çok isterim. Nasıl oluştu bu kitaplar?
Kendi kızım uyumadan önce benden her çocuk gibi masal anlatmamı istedi. Tabi benim bildiğim belli masallar var. Aslında bu konuda çok fazla bilgili olmadığımı düşündüm. Ben de birçok anne baba gibi gidip masal kitapları aldım. O masal kitaplarından bir şeyler anlatmak vardı ancak daha önemlisi bugüne kadar dans ettiğim masallar aklıma geldi.
Annem de bana ben baleye başlamadan önce ‘Benim sana anlattığım masallarda oynayacaksın’ demişti.
Evet biz hep masalları yorumluyoruz. Ve doğal olarak benim kızıma bunları anlatmam doğru olur diye düşündüm.
Fakat Kuğu Gölü, Uyuyan Güzel gibi eserler oldukça ağır eserler. Bunları çocuk diline çevirmem gerekiyordu. Ada’yla bunu başarabildiğimi farkettim. Çünkü çok mutlu oldu. Kalktığında kendi dilinde annesine benim ona neler anlattığımı anlatmaya çalıştı. Daha sonra ise Ada’yı yerleştirdim hikayelerin içine.
Bu iş tutunca diğer çocuklarla da paylaşma fikri doğdu. Daha sonra Doğan Egmont grubuyla buluştuk. Özgür Atanur, Sinem Çelebioğlu, Zeynep Özatalay ve Benal Tanrısever ile birlikte çok güzel bir takım çalışmasıyla bu kitaplar çıktı ortaya.
Fındıkkıran ve Uyuyan Güzel’i alan ebeveynlere çocuklarıyla bu güzel kitapları nasıl paylaşmalarını önerirsiniz? Önce kitaplarla birlikte gelen CD’yi mi dinlesinler yoksa önce hikâyeyi mi okusunlar?
Bana göre açar açmaz CD’yi koyup müzikle birlikte dinlemelerini salık veriyorum. Çünkü müzik aslında onları esere sokuyor. Onun üzerine bir anlatım var. Özellikle CD’ye görüntüler koymadık. Çocuğun okumasını daha da pekiştirmek için. Dün Trabzon’daki okulumuzdaki bir velimiz keşke CD’de görüntüler olsaydı dedi. Ben de öyle düşünüyordum. Ancak o soruyu benim velim sorunca, o zaman farkına vardım ki, şu anki hâli okumaya teşvik ediyor.
“Bale Stüdyosu” daha farklı bir kitap. Gelirinin TEGV’na bağışlanıyor olması çok heyecan verici. Bale Stüdyosu’nda okurlar ne bulacak?
Bizim ülkemizin birçok yerinde maalesef bir bale stüdyosuna kavuşmuş değiliz. 21.yy’a girdik ama Cumhuriyet tarihinin ilk bale okullarını açıyoruz bir çok yerde. Ve çoğu çocuk bu bale kitaplarıyla bir hayal kurmaya başlıyor. Ve o hayaliyle beraber bir istek oluşuyor.
Bizim de kendi mesleklerimizi tanıtırken istediğimiz, çocuklarımızın istekli bir şekilde bizim yanımızda yer almış olmaları. Ailelerin zorlamalarıyla ya da ailelerin hayal gücüyle değil, çocuğun hayal gücüyle. Bu kitap çocuğun hayal kurmasına yardımcı olacak.
Sayısı 22’yi bulmuş olan “Tan Sağtürk Akademi”lerde neyi öğretmeyi, nasıl bir insan yetiştirmeyi hedefliyorsunuz?
Hepimiz gözümüzü kapattığımızda iyi insan yapısını nitelendirebiliriz. Ve 5 maddelik, 10 maddelik, 20 maddelik maddeler sırlayabiliriz. Bunun olmaması için çevrede bunları engelleyici birçok baskı ve sebebin olduğunu düşünüyorum. Bunların kuvvetlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ve iyi, doğru, güvenilir, özgüvenli ve mutlu insan gibi kriterlerde kaç madde olursa iyi verilmiş bir eğitimin bütün bunlara iyi bir zırh oluşturacağı inancındayım. Ve elbetteki çabamız bu yönde.
Tan Sağtürk Akademi’den 85 öğrenciyi Berlin’e, Prag’a götürdüğünüzden bahsetmiştiniz. Yurtdışında çocuklar kendilerini nasıl bir ortamda buluyorlar? Neler öğreniyorlar?
Artık günümüzde birçok çocuk ya yurtdışına çıkmış ya da internette yurtdışında neler olup bittiğini takip eder durumda. Artık kapalı toplumlar kalmadığına göre aşağı yukarı olup bitenler bizi şaşırtmıyordur. Şaşırtabilecek başka şeyler arayışındayız aslında. Mesela yağmur yağan gri bir ortamdan bir sanat ortamına girdiğimizde, arada nasıl bir farklılık var? Her şey nasıl daha organize?
Örneğin bugün İZ TV’de yayınlanacak belgeselimizi yayınlanmadan önce 4-5 arkadaşımla birlikte seyrederken oradaki herkesin şundan heyecanlandığını gördüm: Prag’da bir basketbol salonu bozulmuş ve bir bale okulu yapılmış. İmkansızlıklar içinde eğitim alıyorlar ve dünyanın en iyi dansçılarını yetiştiriyorlar. Türkiye’de biz fazla lükse alışmışız.
Çocukları baleyle, müzikle, dansla tanıştırmanın sizce en güzel yolu nedir?
Hiç bilmediği bir ortamda bir okula sokmamaktır öncelikle. Daha önce birkaç eserin, birkaç işin, birkaç zevkli ortamın onlara sunulmasını sağlayabilmektir bence. Ve çocuğun öylesine bir ihtiyacı kendisinde hissetmesini sağlamaktır. “Bale okuluna gider misin?” dediğiniz zaman nereye ve hangi ortama gireceğini bilmemesi kadar kötü bir şey olamayacağını, dünyanın en güzel ortamının hayalini kendisinin kurabilmesidir diye düşünüyorum. Bunun için de keşke bulunduğumuz her şehirde bir sahne ve sahneyi kullanan sanatçılar, dansçılar, tiyatrocular olabilseydi.
Ufukta başka projeler var mı?
Okulların sayısını bir yerde durdurmak gerekiyor. Bu sayı önümüzdeki sene açılacak üç ya da dört okulla birlikte 25 okula ulaşacak. Bundan sonra da okul sayısını durdurup kurumsal kimliğin korunması kalacak. Bunun dışında bugüne kadar koşan ve yürüyen çocuklara eğitim verdik.
Ancak bundan sonra belki de adının “iyilik meleği” olacağı, toplanan tüm gelirinin koşamayan ve yürüyemeyen çocukları düşünen, en azından onların bir kısmının iyi yerlerde okumasına maddi olarak olanak sağlayan bir okul ve bir vakıf kurmak son projemiz.
Bu harika bilgiler için sayın Sağtürk’e teşekkür ederken, farklı müzik altyapısıyla da balenin gayet güzel birliktelik oluşturduğunu kanıtlayan şu videoyu izlemenizi öneririm:
Category: 0 km.Kültür, Genel, Konuklarımız, Kütüphane
One Comment