Zor bir hafta yaşıyoruz ailecek. Ailemizin “Cumhuriyet Kızı”nı kaybetmenin acısı çok büyük. O benim “Aloş”um. Arkadaşlarının “Güzel Aliye”si. Sanki bir nesil, çok kıymetli bir dönem bitiyor ve ben bunu bir türlü kabullenmek istemiyorum. Kazık kadar oldum ama duymak ya da görmek, hissetmek istemiyorum bu kadar büyüdüğümü. Bu kayıplar da suratımın orta yerine birer şaplak sanki.
Anneannemin en önemli özelliği her zaman “genç” olmasıydı. Onunla yaşadığım 10 sene boyunca ve daha sonra evlenip kendi evime geçtiğimde de o kadar çok paylaşımımız oldu ki. Benim seyahat arkadaşım, sırdaşım, yol gösterenimdi. En güzel ve en zor zamanlarımda benim yanımdaydı. Güldük, ağladık ve hayatımıza devam ettik.
Derken benim minik bebeğim oldu. Daha önce bahsetmiştim, Maya Amerika’da doğdu. Döndüğümüzde iki aylıktı. O gün şenlikli bir gündü. Şengül Pallı’nın havaalanında bizi aile bireyleriyle karşılaması, evde canım Aloş’umun bizi beklemesi ve evde devam eden fotoğraf çekimleri. Babamın ne olur ne olmaz ikinci fotoğrafçı olarak her daim çekimde olması (ve dolayısıyla çok az resimde yer alabilmesi) ve diğer pek çok detay. O günden en çok aklımda kalan, Maya’yı herkesin kucağına alıp resim çektirmesini sabırla ve kibar bir gülümsemeyle seyreden anneannemin, kucağına Maya’yı hiç beklemediği bir anda oturtmamla yüzünde beliren mutluluk ifadesi. Sonraki dönemde de herkese bu yaptığımı sanki inanılmaz güzellikte bir davranışmışçasına anlatması… Halbuki ne kadar normal ve zaten olması gereken bir şey değil mi?
Ardından ilerleyen zamanda Maya’nın ilk söyleyebildiği kelimenin “NENE” olması için sarfettiği çaba. Her görüştüğümüzde Aloşum Maya’nın karşısına geçer ve heceler: “NE-NE, NE-NE”. Ama tüm bu çabalara rağmen Maya ilk tavşan dedi nedense.
Ve Maya daha da büyüdükçe evimizde nenenin yerini öğrendi. Nene sık sık bizi ziyarete gelirdi ve geldiğinde de oturmayı tercih ettiği köşe belliydi. Hatta o kadar bunu benimsedi ki başkasını oraya oturtmazdı Mayacık. “Hayır, orası nenenin yeri!”
Nenenin hastalığını adım adım takip etti Maya. Ben mümkün olduğunca sansürleyerek anlatsamda yaptığım telefon konuşmalarına kulak kabartan miniğim herşeyin farkındaydı. Son dört ayında Maya’yı neneye ziyarete götürmedim çünkü görüntünün onu üzeceğini biliyordum. Yine de duruma son derece hakimdi ve sürekli takip ediyordu.
“Annecim nene iyileşti mi?”
“Daha değil canikom.”
“Hastanede mi?”
“Hayır canım evde artık ama hala biraz hasta.”
“Boğazında boru mu var?”
“???” (Bunu nereden biliyor? Onun yanında konuştuklarıma çok dikkat etmeliyim.)
Geçen Perşembe aynen nenenin, zamanında ben çocukken yaptığı gibi Maya’yı elinden tutup bir otele çay saatine götürdüm. Hatta çok sevdiği iki arkadaşı ve şeker anneleri de bize katıldı. Otel lobisinde dev, süslü bir çam ağacı. Altında kocaman hediye paketleri, karşıda boğaz manzarası. Lobinin başka köşesinde üzerine kar yağmış bir minik ev ve üzerinde Noel Baba kızağında hediyeleri götürüyor. Evin üzeri lolly-pop kaplı, her gelen çocuğa bir tane veriliyor. Seneler senesi anneannem ve dedem bizi böyle güzellikler görmemiz için o dönem neresi varsa taşıdılar hiç üşenmeden. Şimdi ben de kızıma bunu yapmaya başladım onlardan gördüğüm gibi.
Ancak ertesi gün korkulan haber geldi. Nenenin kalbi durmuştu. İnsanın minik bir çocuğu olması çok ilginç gerçekten. Acilen beni eve çağırdıklarında saat 08:00 gibiydi. Daha yardımcımızın gelmesine bir saat var. Ondan önce gidemem anneannemin yanına. Maya’ya hislerimi, duyduğum acıyı öyle birdenbire en yoğun hali ile göstermemem gerektiğini düşündüm ve sadece nenenin ağırlaştığını ve belki hastaneye kaldırmamız gerektiğini söyledim. Sonra kahvaltısını yaptırıp yardımcımız gelince de evden çıktım. Maya o günki normal programına bensiz arkadaşlarıyla devam etti. Sanki hiçbir şey olmamış gibi.
Bızdığıma bu kaybı nasıl anlatsam diye düşünürken bir süre önce pedagogumuz Feriha Dildar’ın önerisiyle sipariş ettiğim “I Miss You – A First Look At Death” kitabı o gün elime geçti. Bu nasıl bir tesadüftür böyle…
Bu kitabı herkese öneririm. İlla bir ölüm yaşanmasına gerek yok. Ama çocuklar bir noktadan sonra sorgulamaya başlıyorlar, anlamaya çalışıyorlar. Bizde de Maya
10 Kasım’dan bu yana kimin ölebileceğini, hafif korku dolu bir ses tonuyla sorgulayıp duruyor. Atatürk neden öldü? Başka kim öldü? Anneyle baba ölecek mi? gibi pek çok soru sorulup duruyordu.
Çok basit ve çok doğru bir şekilde gerekli ve yeterli bilgiyi vermeniz açısından faydalı bir kitap.
Sonuçta haberi (kitabı hatmettikten sonra) babası verdi Maya’ya. Söylediğine göre birdenbire keyfi kaçmış ve içine kapanmış. O gün benim katılamadığım iki aktivitesi vardı, yılbaşı nedeniyle. İkisinde de keyfi yokmuş, babasının kucağından inmemiş, hiçbir oyuna katılmamış. Kendince yas tutmuş anlayacağınız.
Ertesi gün ben Maya’ya bir teklifte bulundum: “Mayacım, nene öldüğü için onun adına bir tören düzenlenecek. Onu seven büyükler orada olacak. Sen de nene için bir resim yapmak ister misin?”
Hiç ikiletmeden “Evet” dedi miniğim.
Ve biz birlikte oturduk, Maya neneye istediği resmi yaptı. Neneye bu resmi ulaştırma görevi de bendeydi. En minik torunundan ona minik bir hediye.
Şimdi Maya gayet iyi ama annesi hala kendini toparlamaya çalışıyor. “Daha fazla çekmedi, kurtuldu” falan diyerek avunmaya çalışıyor.
Nenenin koltuğu boşaldı ve hep boş kalacak, bu da hayatın bir gerçeği. İyi ki Maya’yı onun kucağına vermişim…
İyi ki, iyi ki.