Yeni tanıştığım bir kişi bana hangi okuldan mezun olduğumu sorduğunda aklıma üniversiteden ziyade ilk olarak ortaokul-lise dönemim gelir ve gururla “Tarsus Amerikan Koleji” derim. Bu cümlenin devamında çoğu zaman karşımdaki kişinin okulumdan bir ya da daha fazla tanıdığı çıkar ve ortak bir tanıdık olup olmadığını keşfetmeye çalışırız.
Klasik bir diyalogdur :
“Sinan’ı tanıyor musun?”
“Hangi dönem?”
“Sanırım ’92 mezunu. Bir de Zeynep vardı onun arkadaşı, aynı dönemden.”
“Haaa evet evet hatırladım tabii…”
Böyle gider konuşma ve zaman zaman ortama, karşımdaki yeni kişiye ısınma, ilk sıcak temas okulum sayesinde olur.
Her zaman gurur duydum TAC‘li olmaktan. Mezunlar dergimizin bu ayki yayını için kimya öğretmenim ve aynı zamanda okulumuzun eski bir mezunu olan Sayın Erdoğan Kaynak benden bir yazı istediğinde önce ne yazsam diye düşünürken, bilgisayarın başına geçince bir nefeste iki sayfa döşenmiştim.
Bu yazıda vurguladığım nokta bir insanın ilk gençlik yıllarını geçirdiği okulunun nasıl karakterini şekillendirebileceği ve TAC‘nin bana kattıkları ile ilgiliydi.
Şimdi de bir anne olarak, çocuğu için aynısını istiyor ama değişen sistemler ve elimdeki seçenekler içerisinde şaşkın dolanıp duruyorum. Sonuçta aradığım Maya’nın okul yıllarını mutlulukla anabileceği, hayata bir adım ileride başlayabileceği, gideceği yönü bilerek ve isteyerek seçecek vizyonunun olabileceği, sıkı sıkı elinden tutacak dostlukların oluştuğu bir ortam. İşte bunları yazmıştım dergideki yazıda.
Bu günün konu başlığı “Bir hocanın ardından…”
TAC‘nin hocaları akılda kalır. Her biri kendine has yapısı ve yaklaşımı ile öğrenciye bir şeyler katar. İşte bu öğretmenlerimizden birini, biyoloji öğretmenimiz Sayın Ahmet Halil’i çok yakın zamanda kaybettik. Bu kaybın 1989 mezunları arasında duyulmasını takiben, biyoloji öğretmenimizle yaşanan enstantaneler paylaşılmaya başlandı. Ben de size bir öğretmenin 20 senelik mezunları için ne kadar unutulmaz olduğunu göstermek ve yaşanan komiklikleri, hatırlanan anları sizlerle paylaşmak istedim. Umarım sizi sıkmam. Neden bu konu ilginizi çekebilir emin değilim. Bazen neden olmadan da yazılır yazılar sanırım…
** Oğuz :
Cengiz’le Çağatay’a tart verdirmişti 2 gün. Çağatay Cengiz’den kopya çekiyor diye. Sonra da Cengiz’den özür dilemişti.
Bir de idrarda şeker testi meşhurdu. İdrar örneği veren kişilerden birini kurban seçip, idrarına bal ekleyip, ders boyunca ‘Allah Allah nereden çıktı bu şimdi, vah vah, ailende kimsede şeker var mıydı evladım?’ diye babacan bir edayla sorardı.
** Neşe :
Kasmadan öğrendiğim tek dersti biyoloji, hocayı da dersi de sevmiştim bu yüzden…
Hoca konuları kitaptaki sıraya göre anlatmazdı… Bir gün geldi derse, bir sinirle gürledi sınıfa “Birinizin suratında, sırıtmanın emaresini görürsem yakarım!!!” dedi. Ya ne oldu derken, döndü tahtaya yazdı konuyu “Chapter 18: Reproduction!”
Sonra sıraları çektirdi sınıfın ortasında yuvarlak bir düzen oluşturdu, dipdibe oturduk kızlı erkekli, dersi dibimizde anlattı hoca! Hayatımın en ciddi dersiydi.
** Ahmet :
Ahmet Halil Hoca orijinal bir öğretmendi, seven sevmeyen herkes katılır eminim ki. Tebeşir atardı ulaşamayacağı yerde ses yapan, konuşan olursa. Çenesi düşükler hatırlarlar. Dersleri heyecanla anlatırdı, o yüzden biyolojiyi sevdim. Ahmet Halil’i de tabii ki. Ben biyoloji odasında cam tarafında 3. sırada otururdum, yanımda da Murat. Bir keresinde Murat’la fiskos konuşuyoruz, ama Murat belli ediyor, kıkırdıyor. Ahmet Halil de kendi ders anlatışına gülüyor sandı. Buna bir soru patlattı, Murat da bildi. Bildi ama gülmeye devam etti. Ahmet Halil tebeşiri fırlattı, tutturamadı, bir tane daha. O da başkasına isabet etti. Bu arada sinirleri tavan yapmıştı. Fırladı sıraya Murat’ın yanına geldi, önünde durup buna Kıbrıs’ı gösterdi. Eskiden kulaktan havaya kaldırmaya Kıbrıs’ı göstermek derdik 🙂
Ben hep muhabbetle hatırlayacağım Ahmet Halil Hoca’yı.
** Hakan :
Camın ısıyı iyi ileten bir madde olmadığını anlatmak için elindeki test tüpü sanki çok sıcakmış gibi yapıp sonra Cem’e verdi. Cem de eli yanacak zannedip test tüpünü yere attı. Ahmet Halil’de bunu bahane bilip Cem’e küçük çaplı kızdı ve camın esasında iyi bir iletken olmadığının altını çizdi.
Bir ilkbahar günü sınıfta en arkalarda oturuyordum. Ahmet Halil domatesin meyve mi sebze mi olduğu konusunda polemikli bir ders anlatıyordu. Ortaya bir domates ve bir salatalık çıkardı ve kendi masasının üzerinde bunları kesti. Henüz yeni mevsime giren ve (şimdi daha iyi anlıyorum) organik olan bu domates ve salatalık öyle güzel koktu ki,ta arka sıraya kadar koku geldi. Müthiş şekilde canım çekti ve öğle yemeğinde salata vardır inşallah diye diye yalandım durdum.
** Mete :
Ahmet Halil: “Bana sıcak kanlı bir hayvan söyleyin.”
Hasan: “Ejderha!”
** Defne :
Ben de Hasan’a hep takıldığını hatırlıyorum. Hatta bir derste gece boyunca sindirim sisteminin çalıştığını, organların işlevini gece boyunca devam ettirdiğini anlatmak için Hasan’a sormuştu: “Sabah uyanınca ilk iş ne yaparsın?” Hasan “Yüzümü yıkarım.” İstediği cevabı alamayınca devam ederdi: “Başka ne yaparsın?” Hasan sürekli başka şeyler söylüyor gittikçe de kızarıyor… En sonunda Ahmet Halil patlamıştı: “Çiş yaparsın oğlum çiş !”
** Sedat :
Renkli kişilikten unutmayacaklarım :
“UYYY” demesi, zırt pırt sözlü yapması,her Cuma deney yapmamızı, sağdan direksiyonlu arabasını,…
Biliyorum çok uzun oldu bu yazı ama eminim daha pek çok kişinin pek çok hatıraları var Ahmet Halil Hoca ile. Huzur içinde yat hocam, bak anlatacak ne çok anımız var…