Kızıcık hafif çekingendir normalde. Ama tatil zamanı, belki de yaşı büyüdüğü için, açılıverdi yenilikler konusunda. Yeni mekân, yeni insanlar, pek çok şey geçen yaz gibi ama yine de yeni…
Hafif bir iteklemeyle kendine şeker mi şeker bir arkadaş edindi. İsmi Zeynep.
Şu “Bak kardeş. Haydi arkadaş olun.” cümlesi tüylerimi diken diken ediyor. Kim kimin kardeşi kardeşim! Hani deseniz, “Bak sana göre bir arkadaş, aynı yaştasınız.” anlayacağım. Kardeş kelimesinin bu şekilde kullanılmasını anlayamıyorum. Dolayısıyla kızım için hiç kullanmışlığım yoktur. Onun yerine ortak bir payda bulmaya çalışırım.
Bu, yaş, okul, hobiler, spor ya da herhangi bir oyun olabilir. Buradan yakalamaya çalışırım.
Zeynep’i ilk gördüğümüzde hoşuma gitti sadeliği. Tam Maya’ya göre bir arkadaş diye düşündüm. Ama tabii ki tutup kolundan bizimkini potansiyel arkadaşa götürecek değilim. Düşüncelerimi kendime sakladım akıllı bir ebeveyn olarak.
Derken Zeynep Maya’ya “Oyun oynayalım mı?” diye sordu. Kızıcık nedense her şeyde benden ufak da olsa bir onay bekliyor. (Bir yerlerde hata yaptım sanırım…) Yine kafası bana dönünce “Mayacım harika fikir. Ben senin oyuncaklarını getireyim oynayın istersen.” dedim. Bizimki onayı alınca koşa koşa gitti kendi getirdi havuz oyunlarını. Öyle eğlendiler ki birlikte, o gün bugündür oynuyorlar keyifle.
Ortak yönleri çok yok. Okulları farklı, yaşları da öyle. Hatta yaşadıkları şehir bile aynı değil. Ama yaz arkadaşlığı bu. Maksat o an için birlikte vakit geçirebilecekleri, eğlenebilecekleri bir arkadaş bulmaları.
Bu kadar basit aslında.
Öte yandan kaldığımız yerde çalışanların birinin çocuğu Yiğit, iki kızın onunla oyun oynama isteği karşısında son derece ilgisiz. Hatta “İşim olmaz bunlarla!” diyor yüzlerine. Gayet net. Bizimkiler hiç bozulmadan bu bilgiyi alıp, Yiğit’in yanından uzaklaşıyorlar. Tamam. Sorun değil. Oynamazsa hayat durmuyor.
Hatta birkaç saat sonra tekrar davet ettikleri “İşim olmaz Yiğit”in birden bire canı oyun oynamak istiyor ve gruba katılıyor.
“Anneeee Yiğit de geliyor.” haberine benden gelen kinayeli “Hani sizinle işi olmazdı?” lafının (kısık sesle söyledim bunu, sakın yanlış anlamayın) düşünce olarak yakınından bile geçmiyorlar.
O kadar anı yaşıyorlar yani.
İş hangi noktada daha karmaşık oluyor diye düşünmeme neden oluyor bu doğallık ve bu düşük beklenti.
Ne zaman sorgulamaya başlıyoruz,
“Beni günde kaç defa aradı?”diye
ya da
“O kadar yardım ettim ona, bir şey istedim yapmadı.” diye
ya da
“Hep ben arıyorum. O ise hiç arayıp sormuyor.” diye
Ne zaman şüphe etmeye başlıyoruz karşımızdakinin arkadaşlığından, samimiyetinden ki yapılan tüm köprüleri yıkmaya gönüllü oluyoruz.
Ne zaman arkadaşımızın başarıları canımızı acıtmaya başlıyor ve ondan uzaklaşıyoruz?
Hangi aşamada severek birlikte vakit geçirdiğimiz dostumuzla yarışmaya başlıyoruz?
Niye aynı saflık ve az beklentiyle devam edemiyor dostluklar?
Niye en yakınlarımızdan en fazlasını bekliyor ve onların canını yakıyoruz?
Neden en yakınlarımıza yeni tanıştığımız birine gösterdiğimiz anlayışı gösteremiyoruz?
Niye onlar mükemmel olmalı ki… Biz çok mu harikayız?
Tüm bunlar bir yana, daha ilk aşamada arkadaş seçerken dikkat ettiklerimiz hangi aşamada değişiyor? “Birlikte iyi vakit geçirmek” ne zaman kendini “Birlikte vakit geçirmenin bana katkısı ne olacak?” düşüncesine bırakıyor?
Hayat yeterince karmaşık ve zaman zaman usandırıcı iken, sevdiklerimize daha da sıkı, sımsıkı sarılmamız gerekirken, onları sebepsiz yere itmeyi anlayamıyorum. Çözemiyorum kapris yapmayı, karşılığı olamayacak beklentiler içine girmeyi, kendi kendini mutsuz etmeyi…
Çocukluğumun basitliğini, netliğini özlüyorum belki de…
Kim bilir…
Şimdilik kızıcık eğleniyor ya, önemli olan o.
Category: Çocuklu Olmak, Günlük Hayat
One Comment