“İyi Günde, Kötü Günde” Hani Nerede?

İyi Günde, Kötü Günde…

Evlenirken hep böyle söylenmez mi? İçimizden hep bunları geçirmez miyiz?

İçimiz erir yanımızdaki kişiye, hayatımızın aşkına bakarken.

Harika bir gelecek hayal ederiz o kişiyle. Bu hayalde sadece ve sadece mutluluk vardır. Ne bizi mutlu ediyorsa o vardır, bir film şeridi gibi akar gözümüzün önünden.

Heyecanlıyızdır, içimiz kıpır kıpır.

Belirli bir çerçevede görüşebildiğimiz sevgilimizle artık bir aile olmanın ilk adımları atılıyordur.

Aklımızda çoğunlukla onu mutlu etmek, onunla mutlu olmak vardır. Çok fazla kendimize odaklanmayız o aşk hali ile.

“Zaten yanımda sen ol da bana yeter sevgilim.” tarzı bir düşünce ve his hakimdir ortama.

Kendi çevremden yola çıkarak bu yorumları yaptığımı özelikle belirtmek isterim tabii.

Peki bu kadar mutluluk ortama hakimken, neden bu kadar fazla boşanma yaşanıyor acaba diye düşünmeden duramıyorum. Beni şaşırtıyor, korkutuyor.

Bir sene önce düğününe gittiğimiz dostlarımızın ertesi sene gayet mutsuz şekilde boşandıklarını duyuyoruz.

Ya da dışarıdan harika bir çift gibi görünen, evliliklerine senelerini vermiş, çocuk çoluk sahibi arkadaşlarımız hem de birbirlerine düşman kesilerek boşanıyorlar.

Şaşırıyorum, anlam veremiyorum ve korkuyorum. Neden?

Bazen de öyle bir durum oluyor ki, her iki tarafı da dinleme şansınız olan ender zamanlarda, her iki tarafa da hak veriyorsunuz. Her iki hikayede de diğer taraf haksız ya da yanlış görünebiliyor.

Peki, bu iki kişi birbirini sevmemiş miydi?

Kendi hür iradeleri ile evlenmeye karar vermemişler miydi?

Neden şimdi bu kadar çabuk pes ettiler?

Bu kadar mı kötü evlilikleri?

Nasıl ve ne zaman bu hale geldiler?

Görüyorsunuz ya, kafam karışık. Tüm bu olanların eminim teorik, sosyolojik, psikolojik pek çok açıklaması vardır.
Ben sade bir vatandaş olarak anlam vermeye çalışıyorum sadece.

Annemlerin jenerasyonuna baktığımda şimdiki kadar fazla boşanma yokmuş diye düşünüyorum. Peki, evli olanlar mutlu muymuş?

Bazen evet, bazen hayır.

Kadınların çalışma oranı arttıkça sanki boşanma oranı da artmış. Böyle direkt bir sonuç belki hatalı fakat, o nesil ile bizim nesil arasındaki en keskin fark sanırım kadınların iş hayatında ciddi anlamda yer alması, daha hırslı, daha hedef odaklı çalışması, rollerinin çoğalması.

İş hayatıyla birlikte müthiş bir sorumluluk geliyor kişiye. O sorumluluk acaba evlilik sorumluluğu ile birleşince fazla mı gelmeye başlıyor?

Bir de yaşam şartlarının zorlaşması var tabii. Özelikle büyük şehirlerde yaşayanların gündelik yaşamları engellerle dolu. Ev masrafları fazla, ulaşım zor, insan ilişkileri sallantıda, çevre kirliliği, gürültü bedeni yıpratan faktörler. Yıpranmış beden, hassas sinirler, bol sorumluluk,…

Belki de bunların hepsi genelde evliliklerde evin direği olan kadını olumsuz etkileyip, bu görevden istifa etmesine mi neden oluyor? İş yaşamı yükü ev ve çocuk sorumlulukları ile birleşince mi çatlamalar oluşmaya başlıyor?

Erkekler kendileri ile iş hayatında aynı sorumluluğu taşıyan eşlerinin ev yüküne yardımcı mı olmuyorlar da, kadınlar kendilerini kullanılmış, bitkin, yalnız hissediyor?

Ya da beklentiler mi farklılaşıyor, iş evlenmeye geldiğinde. Flört ederken hayat çok daha toz pembe ve karşılıklı istekler belirli bir çerçeveyle sınırlı kalıyorken, acaba evlenince her iki taraf da birbirinden daha önce beklemediklerini mi bekler oluyor da işin rengi pembeden siyaha dönüyor?

Bir de ilginç bulduğum bir gözlem, boşanmış çiftler bir sonraki ilişkilerinde farklı yaş kategorilerine kayıyorlar. Erkekler kendilerinden oldukça genç birini ararken, kadınlar daha olgun, yaşça kendilerinden büyük kişi arayışı içerisinde oluyorlar. Sanki biri sorumluluktan kaçarken, diğeri onunla sorumluluğu paylaşabilecek kıvamda birinin arayışı içerisinde.

Boşanmış arkadaşlarıma sorup duruyorum neden diye. Hepsinin farklı nedenleri var.

Uzaktan bakan bir kişi olarak bana biraz da az çabalıyorlar gibi geliyor. Özelikle maddi anlamda sıkıntı yaşamayan çiftlerde daha fazla olan boşanma oranı “Kimsenin kahrını çekemem kardeşim. Çocuk da alışır nasılsa…” yaklaşımıyla birlikte geliyor sanki.

Evet, kavga dövüş olan bir evde çocuk belki de çok daha mutsuz ama kimse bana çocuğun boşanmadan etkilenmediğini söylemesin lütfen, buna inanamıyorum ben. Hayat bence en çok çocuk açısından değişiyor. Çoğu zaman evi, okulu, arkadaşları, aile yaşamı ile birlikte değişiyor. Anne ve baba arasındaki antlaşmaya göre kimi zaman annede, kimi zaman babada kalıyor. Kimi zaman anne akrabalarını görüyor, kimi zaman baba tarafıyla vakit geçiriyor.

Çocuklarıyla vakit geçirme aşamasındayken onları kendi mutsuzlukları ve karşı tarafa duydukları hınçla etkileyen pek çok anne ve baba duydum. Düşünsenize, en saf hali ile çocuğunuz zamanında birbirine aşık olan anne ve babasının o anki olumsuz durumundan nasıl etkilenmez.
“Annen yüzünden seninle az görüşebiliyoruz yavrum.” diyen bir babaya inanmama şansı olan beş yaşında bir çocuk olabilir mi sizce? Anneye kızmama, anneyi içerlememe gibi bir şansı var mı o miniğin?

Ya da “Baban olacak o adam biraz para verseydi sana neler alabilirdim!!!” diyen kızgın anne tüm nefretini eski kocasına değil, aslında canından çok sevdiği çocuğuna kusmuyor mu sizce?

Başta aşk, sevgi, saygı, iyi niyet ve anlayış varken, boşanma aşamasında neden bu hislerin yerini nefret, öç alma isteği, mutsuz etme, sömürme ihtiyacı alıyor acaba?

İşin maddi yönü de olduğu için mi? Yoksa bir tarafın diğerinden vazgeçebilmesini mi yediremiyorlar?

Olacaksa da neden efendice olmuyor sizce?

Bu sorulara ben net cevap veremiyorum. Belki sizlerden gelecek yorumlarla farklı açıları görebiliriz.

Bizden sonraki nesillere aile yaşamının ne olduğunu, nasıl örnekleyerek anlatacağımız büyük bir soru işareti. Çocuklarımız yetişirken müthiş birer gözlemci oluyorlar. Okulların başvuru formlarında bile anne ve baba için ayrı adres bölümlerinin yer alması standart yaklaşımsa, çocukların gördükleri örnekler sonraki nesiller için pek umut vermiyor sanki.

Bir sonraki yazımda mutlu evlilik (özellikle çocuk sonrası) konusunda harika bir anlatımla yazılmış bir kitabı sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu yazıyı biraz ucu açık bırakmak istedim, değerli katkılarınızı benden esirgemezsiniz diye düşünüyorum…

Leave a comment