Tatil dönüşü balkonumuzdaki begonyaların hepsinin ölmüş olduğunu görünce çok mutsuz oldum. Sadece çiçeklerin ölmesinden dolayı değildi üzüntüm. Kendimi beceriksiz hissettim. Kendimce, her sene yenilediğimiz bu harika çiçekler için gerekli her türlü önlemi almıştım. Geçtiğimiz senelerde balkonumuzu süsleyen bu çiçeklerle ilgili hiçbir sorun yaşamazken nasıl olmuştu da birdenbire ölmüşlerdi.
“Ay mevsim de geçti artık, balkonda ne kadar oturacağız ki???” de diyemiyorum. Peki ne yapmalı? Fidanlıktan yeni çiçekler almalı. Biz de kızıcıkla bunu yaptık. Birlikte gittik, balkonumuza uygun çiçekler aldık, fazladan toprak aldık ve hepsini güzel güzel yerleştirdik. Çiçekler sayesinde bulunduğumuz ortam güzelleşiverdi. Benim de yüzüm güldü 🙂
Yeşilliğe ulaşmak, çiçek büyütmek için uygun alan bulmak bile büyük bir emek ve düşünce isterken, çocuklarımıza doğayı nasıl sevdirebiliriz? Ümidimiz gelecek nesilin ülkemizi daha yeşil bir hâle getirmesi, varolanı korumasıysa bunu nasıl aşılayacağız miniklere?
Okullar doğayla, iklimler ve dünyamız ile ilgili çeşitli konular işleyerek mümkün olduğunca gerekli mesajı vermeye çalışıyorlar. Bahçesi müsait olanlar sebze, meyve ekiyorlar çocuklarla, onların büyüyüşüne şahit olmalarını sağlıyorlar. Bahçesinde yeşil alanı olmayanlar bu tarz bir çalışmayı sınıflara taşıyorlar.
Peki yeterli mi sizce bu yapılanlar? Hiç yoktan iyi tabii ki. Ancak uzmanlar çocuklarımıza herhangi bir şey öğretmek istiyorsak mutlaka bizim onlara örnek teşkil etmemizi söylüyorlar. Bu her konu için geçerli. Sağlıklı beslenmeyi öğretmek, bol sebze ve meyve yedirmek istiyorsak örneğin, bizim de aynı sistemde besleniyor olmamız gerekiyor. Beş çayı diye midemize pasta, çörek, börek indirirken, bizi izleyen o harika varlığa dönüp, “Bak sana peynir ve kraker, biraz da kuru kayısı hazırladım.” dersek mesaj nasıl algılanır sizce? Evet, çok karmaşık, çelişkili olduğundan hiçbir şey algılanmaz aslında.
Aynı şey doğaya olan yaklaşımımızla da ilgili. Çocuğumuza doğayı öğretmemiz gerekiyor. Hangi ağaç ne ağacı. Ne işe yarıyor, ne özellikleri var, olmazsa neler eksik olur?
Yabancı bir arkadaşımız bu konuda çok bilgilidir. Çoluk çocuk şehir dışında bir yerlere gittiğimizde o içimizde en heyecanlımızdır. Yeşil gördüğü an incelemeye başlar, içine işlemiş olan tüm bilgileri sıralar. Şu ot harikadır, diğerinden nefis bir taç yapılır, öteki ise kaynatılırsa çok işe yarar gibi. Ben hayranlıkla onu seyrederim ve anlattıklarını aklımda tutmaya çalışırım. Maalesef pek de kalmaz, uçup gider bu değerli bilgiler. Bu arkadaşımız her gün ve her fırsatta, içtenlikle bildiklerini çocuklarıyla da paylaştığından, onun çocukları da verilenleri özümsemiş durumdalar.
Tüm bunları düşünürken aklıma DalyanKids’den sevgili Begüm Erener Soylu’nun bana bir süre önce yolladığı bir yazı geldi ve sizlerle paylaşmak istedim. Yazıda olumsuzluğun değil, olumlunun vurgulanması gerektiği söyleniyor ki, ben de buna gönülden inanıyorum. Her konuda öyle olmalı aslında. Neleri yapamadığımızı ya da nelerin eksik olduğunu değil, yapabileceklerimizi ve bu yapılacakların bizlere neler katacağı konuşulmalı.
Okuyunca ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız:
ÇOCUKLAR KAÇIN NÜKLEER GELİYOR!
Çevre felaketlerinin birbiri ardına yaşandığı bu günlerde çocuklarımızı çevre konusunda bilinçlendirmek için bir seçim yapmak durumundayız: Bu bilinci onlara dünyada yaşanmakta olan çevre sorunlarını anlatarak mı kazandıracağız yoksa basitçe onlara doğayı sevdirerek mi?
Günümüzde birçok çevre örgütünün ve sosyal medyanın verdiği mesajlar genellikle felaketler, yapılmaması gerekenler üzerinde yoğunlaşıyor. Bu strateji, hayatı kötümser olarak yaşayan yetişkinler için etkili bir olabilir ancak çocuklar için kesinlike yanlıştır. Çocuklar altından kalkamayacakları sorunlarla yüzleştirilip, bir de üstelik bu olanlar onların kabahatiymiş gibi gösterilince haklı olarak uzaklaşırlar. Böylelikle ‘çevre’ ve ‘doğa’ kavramları onlar için korkulacak kavramlar haline gelir. Kendilerini doğanın bir parçası olarak görmek yerine, farklı, içinden çıkılamaz, felaketler yaratan bir kavram olarak algılamaya başlarlar.
Ayrıca günümüzde birçok konuda olduğu gibi ‘çevre’ konusunda da yanlış yönlendirmeler, bilgilendirmeler almış başını gitmekte. Örneğin biz çocuklarımıza ‘Aman elini yıkarken, dişini fırçalarken suyu boşuna akıtma, bak dünyanın su kaynakları tükeniyor’ derken- ve yine onu korkuturken- şu gerçeği atlıyoruz: Bugün dünyadaki su tüketiminin %70’i tarıma harcanıyor; çok büyük bir kısmı da gelişmiş ülkeler tarafından gereksizce fazla tüketilen hayvan yemi tarımına…
Ya çözüm? Çok basit aslında. Bırakalım çocukları doğada koşup, oynasınlar, plansız zaman geçirsinler. Televizyon ve bilgisayarlarda sınırlanan duyuları ancak o zaman gelişir. Ancak o zaman doğa sevgisi perçinlenir, çiçekle, böcekle,hayvanla anlamlı bir bağlantı kurabilirler. Ancak o zaman yeterince gelişmiş duyularıyla neyin, kimin yararlı, hangisinin tehlikeli olduğunu sezebilirler. İşte ancak doğa sevgisiyle dolu oldukları zaman çevreyi de doğal olarak korurlar.
Çocukların doğayı seven, koruyan, ilerki hayatlarında çevre bilinci gelişmiş bireyler olabilmeleri için öncelikle doğaya dokunmaları gerekir. Diyeceksiniz ki şehir ortamında bunu nasıl yapalım? Bu sizin için önemliyse bir düşünün, mutlaka bir yolunu bulursunuz…
Category: Genel, Günlük Hayat
4 Comments