Eskiden de böyle yaparlar mıydı bilmiyorum ama bizim jenerasyonda gördüğüm, bebekler daha anne karnındayken bir ön isim veriliyor. Biraz garip isimler olabiliyor bunlar. Mesela şekerpare, şeftalim falan tarzı yenebilecek şeyler ya da daha isme yakın olanlar. Örneğin bir arkadaşım can can diyordu. Sonra oğlu doğunca da adını Can koydular.
Bu bir ihtiyaç galiba. Çünkü insanın karnında bile olsa, biz geveze anneler ve bizden geri kalmamaya çalışan zavallı babalar bebeklerimizle daha bir fetus iken konuşmaya başlıyoruz.
Hani bir insana nasıl hitap etmeniz gerektiğini bilemediğinizde (genelde eşinizin aile bireyleriyle böyle bir sıkıntı yaşanır, özellikle evliliğin ilk başında) ya da ismini unuttuğunuz bir kişiyle karşılaştığınızda hitapsız konuşmaya çalışırız ya:
“Nasılsınız?”
“Size geçen gün söylediğim gibi…”
“Aaa merhaba!”, vs. vs.
Ne kadar zor birşey gerçekten. İşte aynen bu sebepten bebeklerimize de bir isim takma ihtiyacı duyuyoruz, en azından cinsiyetini öğrenene kadar. Düzgün hitap edemezsek kırılırlar Allah korusun 🙂
Biz de Maya’ya “Bubble” ismini takmıştık. Hangimiz ilk bu ismi buldu hatırlamıyorum, neden İngilizce olduğunu da bilmiyorum ama Maya doğana kadarki ismi “Bubble” idi.
Geçenlerde çekilen bir resim aklıma bu ismi getirdi. İçim ısındı yine.
Karnımda yavaş yavaş büyürken, kendimce cır cır onunla konuşurken ve muhteşem karga sesimle ona banyoda (hani banyoda insan sesini daha güzel sanıyor ya) şarkı söylerken hep bu ismi kullanırdım.
Hayalimdeki bebek bu ismi sever ve kendi de zaten bir anlamda bir baloncuğun içinde olduğundan bu isim ona ve duruma çok uyardı. Bu şekilde kendime minik bebeğimizin son dereceli korumalı bir ortamda olduğunu, daha şimdiden, annesi olarak onu tüm tehlikelerden koruduğumu hatırlatırdım.
Abur cubur yemez, içki içmez, hamile yogasıyla ve harika müziklerle kendimi ve onu huzura erdirirdim – hmmm biraz sıkıcıymış hayat aslına bakarsanız…
Ve geri planda aynı mırıltılar devam ederdi : Bubble, Bubble, Bubble, lay lay lommmm.
Üstelik baloncukları da çok severim. Bana hep mutluluğun, keyifli anların sembolü gibi gelir. (Havaya üflenen baloncuklar, şampanya kadehindeki baloncuklar, banyodaki baloncuklar,…)
Mayacık dünyaya geldiğinde (o kadar rahattı ki hiç çıkmak istemedi zaten) sanki bu bubble da pıt diye patladı. İşte gerçek hayat ve gözyaşları! Adeta miniğim baloncuğundan çıkıp dış dünyaya gelişinden dolayı pek de mutlu değildi. 32 saatlik doğum mücadelemin sonunda onu kucağıma aldığımda aklımdan ilk geçen tabii ki “OH, NİHAYET! HİÇ ÇIKMAYACAK SANDIM!” dan sonra, “Hoşgeldin ‘Bubbleım’, artık sen Mayasın ve ben seni hep koruyacağım, sen merak etme” oldu.
O gün bugün de kızıcığıma zarar vermek isteyen diğer miniklere bile dişlerimi gösterir oldum. Ben nasıl bir insan oldum böyle diye düşünmeden duramıyorum. Hem kendi sorunlarını kendi çözsün, bağımsız olsun diye uğraşırken hem de inanılmaz bir annelik içgüdüsüyle saniyede yanında bitiveriyorum.
Nasıl birşeydir bu böyle?
Yine okuduğum kitaplardan birinde çok doğru bir yaklaşım vardı. Bizlerin nihai hedefinin çocuklarımızı BİZLERDEN BAĞIMSIZ, KENDİ AYAKLARININ ÜZERİNDE DURABİLEN bireyler olarak yetiştirmemiz olduğu belirtiliyordu (ya da öyle olmasının doğru olacağı…) Bunu başarabilmek için bazı aşamalarda çocuğumuzu serbest bırakıp, birkaç adım geriye gitmeyi de bilmemiz gerekiyor tabii. Onlar kendi mücadelelerini kendileri yapmalılar, bizlerin her an onlara destek vermeye hazır olduğumuzu içlerinde hissederek. İşin en zor tarafı bu herhalde. Bu dengeyi sağlamak, gerektiğinde acı çektiğini görsek de çözümünü kendisinin bulması için zaman tanımak, fırsat vermek…
3.5 yaşında bunu çok minik dozlarda yaşıyor kızıcığım. Evet minik “Bubble” bulunduğu baloncuktan çıktı ama bence hayatı resimde etrafını saran baloncuklar kadar renkli, keyifli ve mutluluklarla dolu olacak 🙂 (En azından inanmak istediğim bu – hepimizin bebekleri için…)
Bubble, Bubble, Bubble, lay lay lommmmmmmmmmmmmmmmmmm
Category: Çocuklu Olmak, Genel
One Comment
Kutlarım! Ayrıca o akıcı uslubu da kutlarım.
Zevkle okudum.
Eski Toprak