Önce kızıcığın sayesinde harika insanlarla tanışıyorum. Ardından bu harika insanların muhteşem aileleri ile yakınlaşıyorum. Mest oluyorum, mest. Özellikle 43 senelik evlilikleri, başlarından geçen maceralar, işlerini kurarken yaşanmışlar, hayat ve detayları bende daha da fazlasını duyabilme arzusu doğuruyor.
Bu yaz işte böylesine bir aile ile komşu olduk sayılır. Birazcık benim dürtüklememle ama daha çok kendi istekleri ile Ilıca’da ev tuttular. Aramızdaki en büyük fark, onlar kocaman bir aile olarak buradalar, bizim ise sayıca geldiğimiz en yüksek nokta üç kişi!
Özellikle ilk haftamızda, henüz eş dost, babaanne, kuzen falan buralara gelmemişken, biz Mayacıkla başbaşa takılıyorken, arkadaşımdan (artık o sadece kızımın arkadaşının annesi değil, o BENİM arkadaşım!) kısacık bir mesaj geldi. Miniğin anneanne-dede ile eve yerleşmiş olduğunu, kendisinin de birkaç güne geleceğini yazmıştı.
Hemen aradım anneanneyi. Nazikçe çaya davet etti bizi. İkiletmedik, bu harika teklifin üzerine atladık.
Günün en önemli aktivitesi için özenle giyindik (Ama öyle süslü püslü olunmayacak, şöyle rahat fakat hafif de şıklığı olan bir giyim gerekiyor. Hava sıcak, bulunduğumuz yer deniz kenarı ama yine de aile büyüklerine yapılacak bir ziyarette belirli bir özen olması gerek.)
Elimizde Reyhan Pastanesi’nden alınmış harika bir pasta, heyecanla kapının önüne arabamızı park ediyoruz. (“Ne güzel park sorunu yok buralarda” diye düşünüyorum her arabamı park ettiğimde.)
Maya’nın tatlı arkadaşı koşarak karşılıyor onu kapıda. Ardından herkes kapıda, dede, anneanne, şeker yardımcı abla,… Birdenbire kendimizi gerçek aile ortamında buluyoruz. Öyle hoşuma gidiyor ki anlatamam.
Püfür püfür esen Çeşme rüzgarının geçtiği bahçede, masanın etrafında oturuyoruz. Bir sohbet bir sohbet. Laf lafı açıyor ve bu harika iki insanı çok daha iyi tanımamı sağlıyor. Çocuklarsa oyuna dalıyorlar, peş peşe yenilikler üretiyorlar.
Aniden saatin ne kadar ilerlediğini fark ediyorum. Bir telaş, “Mayacık saat geç olmuş, beş dakikaya kalkalım canım.” diyorum. Bu cümle kızıcığın hiç hoşuna gitmiyor. Biraz daha kalmak istediğini belirtiyor neredeyse yalvaran bir şekilde.
O sırada anneanne ve dede hemen harika bir teklifle geliyorlar bize, “Akşam yemeğine kalsanıza. Çocuklar ne güzel oynuyorlar. Fazla özel bir şey beklemeyin ama hep birlikte yiyebiliriz.”
Aklımdan farklı düşünceler geçiyor. Canım kalmak istiyor, kızım mutlu, ben mutlu ötesi. Ancak ziyaretin kısası makbuldür, uzunu bayar. (Sonra bir daha bizi davet etmezler :)) Üstelik bir gün önce gelmişler Çeşme’ye, daha tam yerleşememişlerdir bile, bırak misafir ağırlamayı,…
“Rahatsız etmeyelim, siz de daha yeni geldiniz…” tarzı bir cümle çıkıyor ağzımdan.
Hemen itiraz geliyor, “Olur mu canım. Nasılsa yemek yiyeceğiz ama çok özel bir yemeğimiz yok. Artık ne varsa birlikte yeriz.”
Bu cümleyi de ikiletmiyoruz. Kızıcık yemeğe kalacağımızı duyunca sevinçle arkadaşının yanına, oyuna dönüyor.
Yemek esnasında (bu arada bahsi geçen lezzetli yemek, dedenin yaptığı müthiş sunumla geliyor – hiç de mütevazi bir görünümde değil anlayacağınız :)) pek çok hikaye paylaşılıyor. Çocuk yetiştirmekten tutun, iş hayatına kadar.
Laf bir şekilde evliliğe geliyor. 43 senedir evli olduklarından bahsediyorlar. Bu konu benim kafamı kurcalayanlardan. Etrafımda bir sene bile evliliğini yürütemeyenler var. Yürütseler de ileri dönemlerde zorlanınca boşananlar çok. Eskiden böyle değildi, niye şimdi böyle diye çok düşünüyorum, soruyorum, bu konu hakkında konuşuyorum. (“‘İyi Günde, Kötü Günde’ Hani Nerede” ve “En Özenli Hâliniz Kim İçin?” başlıklı yazılarım bu konuyla ilgili yayınladıklarımdan.)
“Size bir uzmanlık sorusu sorabilir miyim?” diyorum konu açılmışken. “Tabii.” diyorlar hafif şaşkın bakışlarla. “Başarılı evliliğin sırrı sizce ne?” diye soruyorum. Ne de olsa bu kadar seneyi başarıyla tamamlamış bir çiftin söyleyecekleri pek çok kişiye ilham kaynağı olabilir.
Kısa bir sessizlikten sonra anneanne, “Saygı.” diyor. Tek kelime ve nokta. Bir duraksama yaşanıyor. “Karşındaki insana saygı duymak ve zorluklarda bile bu saygıyı kaybetmemek. Bunun da karşılıklı olması çok önemli.” diye izah ediyor.
O sırada laf karışıyor bir şekilde ve daha detaylı bilgi alamıyorum. Ama bir kenara not ediyorum. SAYGI.
Karşınızdaki kişi sizin düşüncenizin aksini dile getirse de, görüşler tamamen zıt olsa da, evde her şey istenilen şekilde (ya da tam sizin istediğiniz gibi) olamıyorsa bile karşılıklı saygıyı yitirmemek çok önemli. Düşünceye saygı, birbirine saygı,…
Öte yandan, her şey denenmiş ve mutluluk yakalanamamışsa, çözümsüz kalınmışsa, son çare olarak yollar ayırılıyorsa bile SAYGI gerek insan olduğunuzu kanıtlamak için.
Çok doğru gerçekten.
O gece pek çok şey paylaşıldı. Size son bir paylaşım aktarayım mı? Bu sağlıkla, besinlerle ilgili. Bir anlamda vücuda saygı ile ilgili 🙂 İncecik bir anneanne ile konuşulur da, konu sağlıklı beslenmeye gelmez mi?
İşte size harika formül:
Malzemeler:
Maydanoz
Nane
Dereotu
Domates
Ceviz
Zeytinyağı
Yeşillikleri ince ince kıyıyorsunuz (ya da kalın kalın – nasıl severseniz). Üzerine domatesleri doğruyorsunuz, cevizleri ufalıyorsunuz ve azıcık zeytinyağı gezdiriyorsunuz.
Karşınızda vitamin dolu bir kahvaltılık.
Bu tarifi almamla birlikte, sabahları, pazardan aldığım taptaze sebzelerle hazırlamaya başladım. Gerçekten muhteşem oluyor. Sadece tabaktaki o renk cümbüşü yeter!
SAYGI ve bol yeşillikli bir kahvaltı. Her derde deva 🙂
Bahsi geçen bu iki harika kişiliğe bize yaşattıkları o sıcacık, samimi akşam için buradan tekrar teşekkür ediyorum.
Category: Genel, Günlük Hayat
6 Comments