Kış doğumlu bir insan olmama rağmen, soğuk hava hiç benlik değil. Öyle kat kat giyinmek, yarı zaman titreyerek etrafta dolaşmak, kendini “ağır” hissetmek,… Yok yok hiç ben değil.
Hani mümkün olsa, bahar ve yazı takip ederim oradan oraya. Kuyruk gibi… İlki insana neşe verir, etraf güzelleşir, renklenir… En önemlisi ikincisinin habercisidir ilki. “Yaz geliyor!” der en kocaman sesiyle. İnce tiril tiril elbiseler, ışıl ışıl bir güneş, dış mekânlarda rahat rahat oturma hâli, soğuk içecekler,… Karşınızda mutlu Defne 🙂
Bu az eşya ile dolanma sevdası, üzerime giydiklerimden başlıyor aslında. Ve yaptığım sporları da etkiliyor sanki. Al eline raketi, topu, üzerine çek bir şort, t-shirt, bir de ayağında rahat lastik ayakkabı işte tamam, hazırsın tenis oynamaya. Ya da koruyucu tulumu (wetsuit’den bahsediyorum tabii) geçir, çık sörf tahtasının üzerine, uğraş dur. Ne güzel işte. Tamamdır yine hareketin, sporun.
Neyse fakat tabii insanın çocuğu olunca yavrucuğu için ne gerekiyorsa yapmak istiyor!
Her türlüsüne hazırlıklıydım da konu kış sporları olunca bir an duraksadım. Bir defa kayak denemişliğim var. Bu denemenin sonunda insanların bu kadar anlamsız bir aktivite için bu kadar çaba sarfetmesine şaşmış, yine kendimce daha pratik olan sporlara dönmüştüm. Kayak defterini de gayet güzel kapatmıştım.
Ta ki, bundan yaklaşık dört sene önce, çok sevdiğim bir arkadaş grubumla artık çocukları kayakla tanıştırmanın zamanı geldiğine karar verene kadar. İlk denememizi yurtiçinde yapıp, ardından yurtdışında farklı kayak merkezlerine gider olduk.
Zavallı kızıcık, ilk yurtdışı kayak denemesinde hem anlamadığı bir dilde bir hocayla bütün günü geçirmekten, hem bizden uzak olmaktan, hem üzerindeki ağır eşyalarla o günü geçirmekten ötürü bayağı mutsuzdu. Ama azimli ve çocuğu için en iyisini isteyen bir anne (!) olarak, donma tehlikesiyle karşı karşıya kalsam da yanından ayrılmadan ona destek vermeye ve kademeli olarak onu tek başına bırakmaya çabaladım.
Tüm bunları yaparken, “Bu ne biçim tatil. Bu resmen kamp, hatta işkence. Sabahın köründe kalk, her yerin ağrısın. Gözünün çapağını silemeden kendini yine o soğukta ve o ağır eşyaları giymiş hâlde bul…” şeklinde düşünürken bile minik yavruma olumlu mesajlar vermeye çalışıyordum.
İşin ilginç yanı bir gün bile bana dönüp, “Madem bu spor bu kadar güzel ve faydalı, sen niye kaymıyorsun?!” demedi. Gerçi böyle bir soru gelse cevabım hazırdı ama gelmediği için de memnunum tabii…
Neyse, uzun lafın kısası, kızıcık kış sporlarına alışıp, gerçekten sevmeye başladığı bu dört senelik dönemde, ben de kar-kış ortamından yavaş yavaş zevk almayı öğrendim.
Nasıl mı? Kendime alternatif hareket alanları ve sistemleri bularak. Çünkü tüm gün manzaraya karşı oturup sıcak çikolata içecek bir tip hiç değilim. Hareket etmem lazım benim.
Onun için bir sene orman yürüyüşleri, diğer sene göl kenarında yürüyüş ve bu sene beni zorladığı için daha da mutlu eden raquette yürüyüşleri yaptım. Yine mümkün olan en pratik, kullanımı en kolay aksesuarlar barındıran şeyler seçtim. Yani bir şekilde işi kendime adapte ettim ve bu yaptıklarımla o bir haftayı memnun mesut bir şekilde geçirdim.
Mutluluk derken, bana bırakılsa, ben yine yaz mevsimini tercih ederim, gideceğim yerleri de buna göre seçerim ama işte aşk dediğiniz şey özveri gerektiriyor. Hele konu çocuğunuz olunca, en başta da belirttiğim gibi anne olmak onun için en iyisini seçmeyi gerektiriyor. (Ya da öyle olduğunu düşündüğünüzü….)
Sonuçta kızıcık keyifle kayıyor, sevgili eşim benim yüzümden ara verdiği kayak sporuna tekrar dönmenin mutluluğunu yaşıyor… Ben de hayatımdaki bu iki sevgi arasında kendime uygun bir şeyler buluyorum. İte dürte… 🙂
Ve “aşk” dediğiniz bu olsa gerek diyorum 🙂
Category: Aktiviteler, Çocuklu Olmak
3 Comments