Elim gitmiyor kaç zamandır yazı yazmaya. Aslında sırada çok keyifli konular ve konuklar var. Ve biliyorum ki “0 km.bızdıklar” da ne zaman yer alacaklarını merak ediyorlar.
Haklılar.
Fakat o kadar farklı noktalardayız ki şu ara, inanın içimden başka bir şey yazmak, düşünmek, seyretmek gelmiyor.
Ben 41 yaşında bir anneyim. Yedi yaşında bir kızım var. Kızımı yetiştirirken, kendimce elimden gelenin en iyisini, onun için en doğrusunu yapmaya çalışıyorum. Hatalarım olmuyor mu? Mutlaka oluyor. Bunu farkettiğim an hiç gocunmadan özür diliyorum miniğimden, kendime çeki düzen veriyorum ve devam ediyorum anneliğime. Çünkü onun da ileride yaptığı hataları görebilmesini, karşısındaki kişinin gönlünü alabilmesini ve hayatına devam edebilmesini istiyorum. Olumsuzluklara takılıp kalmasını asla istemiyorum.
Yedi yaşındaki kızım, son 12 günde olanları ağaçları kurtarmak için yapılan önemli bir girişim olarak biliyor. Çıkış noktası da gerçekten bu aslında.
“Anne neler oluyor?” dediğinde, “Bir park var. İsmi Gezi Parkı. İşte oradaki ağaçları kesiyorlar,” demiştim. O an o güzel gözleri kocaman oldu. Yüzündeki dehşet dolu ifadeyle, “Hiiiii ama neden???? Ağaçlar bizim için çok faydalı. Sonra kuşlar için ev oluyor, bize oksijen veriyor,…” diye heyecanla aklına ilk gelenleri sıraladı. Sadece o değil, bizler gibi doğayı seven, şehrimizde azıcık yeşillik kalmış olmasından rahatsız olan pek çok kişi aynı hisleri taşıyordu.
Eve geldiğimde ağaçların o gün de kesilmediğini öğrendiğindeki yüz ifadesi sadece mutluluk ve gurur değil, aynı zamanda müthiş bir rahatlama.
Çocuklarımıza biz ebeveynler evlerimizde, öğretmenleri okulda doğayı sevmeyi, korumayı, doğal kaynakları geri dönüşümle tekrar ve tekrar değerlendirmeyi öğretirken, varolan bir parkın bu kadar kolay tahrip edilmesi onlar için dehşet verici.
Olan biten bununla kalmıyor memleketimizde maalesef. Hepimiz sosyal medya vesilesi ve belirli birkaç kanal aracılığıyla olanları an be an takip ediyoruz.
Peki, çocuklarımızı ne kadar bilgilendirmeliyiz?
Yeni nesil bızdıklar pek çok şeyden haberdar. Çünkü bilgilere kolay ulaşılıyor. Bir anlamda iyi olsa da, sonuçta onların minik kalpleri ne kadarını kaldırır konusunu iyice düşünmek gerekiyor.
Kızımın okulundaki rehberlik öğretmenine bu konuyu danıştığımda, her ne kadar belirli mercilere kızgın olsak da, bu kızgınlığı çocuğumuza olduğu gibi yansıtmamamız gerektiğini vurguladı. Çocukların aile dışı ortamlarda da kendilerini güvende hissetmeye ihtiyaçları olduğunu, küçük yaştaki çocukların elinden bu güven hissini söylediklerimizle, gösterdiklerimizle ve aktardığımız mesajlarla almamız hâlinde, onların içten içe bu durumdan olumsuz etkileneceğini ve zaman içerisinde onarılması zor çeşitli psikolojik sorunların çıkabileceğini belirtti.
Bildiğimden değil ama bir anne olarak, benim de yaklaşımım konu özeti, temeli ve en önemli gördüğüm birkaç noktayı aktarmaktan oluşuyordu.
Anne ve baba niye yürüyüşe gitti? Ağaçları kurtarmak için. Ağaçların kesilmesine karşı olduğu için.
Peki ağaçları niye kesiyorlar? Hata yapıyorlar. Başka bir yapılanmaya gitmek istiyorlar fakat bunun şehir ve bu şehirde yaşayanlar için uygun olmadığının farkında değiller.
Sorular giderek artıyor. Her soruya az ve öz cevap vermeye çalışıyorum.
Biber gazı nedir? Devleti yönetenler neden ağaçları sevmiyor? Polis neden insanlara biber gazı sıkıyor? Neden onların canını acıtıyor? Hiç ölen var mı? Kaybolursam ve polise gidersem bana da mı biber gazı sıkacak?,…
Bilmem anlatabiliyor muyum. Soruların içeriğindeki endişenin şekli ve dozu değişiyor. Bu, giderek uykuları bölmeye başlıyor ve korkuların parçası olmaya başlıyor.
Doğru iletişim çok önemli demiştim bir önceki yazımda. Çocuklarımızla da doğru iletişim çok önemli. Hatta elzem. Yalan söylemek değil, ama tüm olumsuzlukların onun o taze ruhunu emmesine de izin vermemek… Hayatta iniş çıkışların olabileceğini, çözüme gitmek için bazen zor dönemlerden geçildiği ama sonunda her şeyin bir çözümü olabileceğini vurgulamak, ileride kendisinin de zorluklarla başa çıkabilmesi için yol gösterici olabilir belki.
Bizler kocaman insanlar olarak bir mesajımızı aktarmak için, adeta savaş alanına gidiyorsak, inanın bizlerin anne ve babaları da en az bizim yapmaya çalıştığımız gibi kendi çocuklarını, yani bizleri korumak istiyor. Annelik, babalık yaş sınırı tanımıyor.
Anneciğimden gelen şu örnekleme de aslında işin özeti oluyor:
Annelerin evlatlarıyla eylem sürecindeki telefon görüşmelerinin evriminden bir örnekleme:
1. gün: Dışarıya çıkarsan sütümü helal etmem.
2. gün: Dün gittin bugün artık evinde otur.
3. gün: Provakatörler varmış onlara dikkat et, ön taraflara yaklaşma.
4. gün: Bak internetten biber gazına karşı bir solüsyon tarifi aldım, onu sana gönderiyorum yanından ayırma
5. gün: Bu akşam arayamam seni, Ayşe Teyze’nlerle Taksim’e gidiyoruz, senin bıraktığın havuz gözlüğünü aldım, beni merak etme.
İşin şakası olmasa nefes alacak hâlimiz kalmadı…
Bizler inandıklarımız için, yapmamız gerekeni yaparken, öncelikle miniklerimizi kollamamız gerektiği gerçeğini unutmamalıyız diyor, huzurlu, doğayla iç içe, şarkılı, keyifli günler dileğiyle yazıma noktayı koyuyorum.
Category: Çocuklu Olmak, Genel
2 Comments