Haziran ayı için “0 km.Kültür” yazarımız sevgili Mine Küçük bizler için bir Avusturya masalı hazırlamış. Kendisi, çocuklar için güzel mesaj veren bir masal olduğunu vurguluyor.
Aslında çocuklardan da çok, özellikle şu dönemde pek çok yetişkinin de okuyup ders alması gereken bir masal bence!
Keyifli okumalar…
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde üç tembel kardeş varmış. Bu kardeşler hiç bir iş yapmazlarmış ve bütün gün yan gelip yatarlarmış. Sürekli bir hazine bulmayı hayal ederlermiş, fakat bunun yerini bilmezlermiş.
Bir gün tesadüfen yolları yaşlı bilge bir kadının evine düşmüş. Yaşlı kadın tek başına ormanın kenarında, yıkılmak üzere olan bir evde yaşarmış. Herkes onu büyücü kadın olarak tanırmış.
Kardeşlerin en büyüğü yaşlı kadına sormuş, “Senin çok zeki birisi olduğunu ve kimsenin bilmediği şeyleri bildiğini duyduk. Lütfen bize o herkesin anlattığı büyük hazinenin yerini söyler misin? Biz onu çok istiyoruz.”
Yaşlı kadın yüzünde kurnaz bir ifade ile şunu söylemiş, “Evet doğru, gökyüzü ve toprak arasında bir çok şeyi bilirim, fakat büyük hazinenin nerede saklı olduğunu ben de bilmiyorum. Yoksa onu kendim çoktan bulup cıkarmıştım. Ama yanıma geldiğiniz için size bir tavsiyede bulunacağım. Gelecek dolunay gecesinde yalınayak ve başlıksız, aç karnına birbirinizle bir kelime konuşmadan Saman dağındaki kale harabesine gidin. Şansınızı orada deneyin! Kader ister de, o duvarlar arasında yaşayan cüceler kralı sizi görürse, kendisine hazinenin yerini sorun. Bu sırrı sadece o bilir ve size belki yerini söyler.”
Üç kardeş bu iyi tavsiye için teşekkür etmişler, yaşlı kadının yanından ayrılırken hazineye kavuştuklarını hissetmişler.
İlk dolunay gecesinde yalınayak ve başlıksız, aç karnına ve birbirleriyle bir kelime bile konuşmadan Saman Dağı’ndaki kale harabesine gittiler. Terk edilmiş saray odalarından birinde bir taş kanepeye oturmuş ve gelecek olanları beklemişler. Zaman bir türlü geçmek bilmemiş. Etrafta hiç bir kıpırdama yokmus. Sadece kulede yuvasını bırakmış olan alaca baykuşun uzun çağrısı hayalet gibi sessizlikte duyuluyormuş.
O an köyde saat tam gece yarısını vuruyormuş ve bir duvar yarığından gittikçe aydınlanan kırmızı bir ışık görünüyormuş. Bu ışıkta birden bire, sanki topraktan çıkmış gibi cüceler kralı duruyormuş. Gümüş beyaz saçlarının üzerine düştüğü, uzun dalgalanan bir manto giyinmiş. Elinde bir hükümdar değneği varmış.
Üç kardeşe sinirli bakışlarıyla, “Sizi haylazlar!” diye bağırmış. “Gecenin bu saatinde benim dağımda ne işiniz var?” diye sormuş.
Kardeşler o kadar korkmuşlar ki tüm bedenleri titriyormuş. Sadece en küçükleri, cüceler kralına cevap vermeye cesaret etmiş. Oldukça alçak bir sesle kekeleyerek, “Bay kral, bize kızmayın, sizden sadece bize büyük hazinenin yerini göstermenizi istiyoruz,” demiş. “Her türlü iş bize zor geliyor, ve bu hazine bizi tüm sıkıntılarımızdan kurtaracak.”
Kral bu sözleri duyduğunda yüzü iyice kararmış ve artık diğer kardeşler de yalvarıp yakarmaya başlamışlar, ta ki cüceler kralının yüz ifadesi yumuşayıncaya dek.
Sonunda, “Size severek yardım edeceğim, fakat üç güne ihtiyacım olacak,” demiş cüceler kralı. Dördüncü günde buraya geri döndüğünüzde ve bu çubuğu diktiğim yeri kazmaya başladığınızda, yedi kulaç derinlikte hazineyi bulacaksınız. Sizi zenginleştiren, mutlu ve mesut edecek bir hazine olacaktır. Üstelik size tum hayatınız için bir ders vereceğim demiş.
Cüce kral kaybolup, kardeşleri tekrar karanlıkta bırakmadan önce, mantosundan bir akkayın ağacı filizi çıkarıp yere soktuğunu görebilmiş kardeşler. Parayı bulacaklarından o kadar eminlermiş ki, artık eve gidip o kadar parayla neler yapabileceklerini düşünmüşler.
Birisi gemi almaya karar vermiş, onunla tüm dünyayı gezecekmiş. İkincisi Saman Dağı’nda gösterişli bir şato yapmaya karar vermiş. Üçüncüsü ise kocaman bir kraliyet istiyormuş.
Üç gün sonra kardeşler gelip, akkayın ağacı filizini bulmuşlar ve kazmaya başlamışlar. Daha önce parmaklarını kıpırdatmadan yaşadıkları için bu iş onlar için çok zor ve yorucuymuş. Alınlarından terler akana kadar kendilerini zorlayıp çalışmışlar. Fakat pes etmeden devam etmişler ve günler sonra yedi kulaç derinliğe ulaşmışlar. Bu derinlikte gerçekten bir sandık bulmuşlar ve sevinç çığlıkları atarak, “Yaşasın, işte hazineyi bulduk. Artık çok güzel bir hayat bekliyor bizi!” diye bağırmışlar.
Fakat o ağır sandığı zar zor çıkardıktan ve demir kapağını açmayı başardıktan sonra yüzlerini asarak üzgün ve şaşkın bir şekilde bakışmışlar. Çünkü sandığın içindeki ağır taştan başka bir şey değilmiş, üzerinde de uzun bir değnek ve bir sayfa kağıt varmış.
Kağıtta, “Siz hazineyi değil, bu kızılcık sopayı hak ediyorsunuz, sizi gidi çalışmadan yaşamak isteyen tembeller sizi,” diye yazıyormuş. “Utanın ve yola gelin ve şu gerçeği unutmayın: Çalışmak büyük bir berekettir!”
Üç kardeş bu dersi ciddiye alarak çok çalışkan insanlar olmuşlar.
Category: 0 km.Kültür, Genel
No Comments