Geçen hafta ikinci tur Fethiye Hillside seferimizi yaptık. İyice şımardık bu yaz. Ama ulvi bir görev ile bu eşsiz beldede bulunuyoruz: kızımız/torunumuz Maya’yı DENİZE sokmak!!!
Bu sefer yanımıza anneannemizi de aldık, üç nesil, üç bayan kol kola takıldık anlayacağınız… Zavallı eşim biz fış fış sularda salınırken, İstanbul’un en sıcak döneminde ve feci trafiğinde vakit geçirmekte… İş bölümü yaptık: o çalışacak, ben Maya’nın sağlığı için ne gerekiyorsa(!) onu yapacağım… Nasıl, sizce de adil bir dağılım değil mi? Efendim??? Efendim??? Ne dediniz??? Sesiniz gelmiyor, hat kesildi galiba 😀
Hillside’ın ne kadar dolu olduğunu sık gidenler tahmin edebilir sanırım. Fakat bu doluluğa, nemli ve sıcak havaya rağmen personel nasıl bu kadar güler yüzlü, nasıl bu kadar servis odaklı şaşırıyor insan. Sonunda burada çalışmaktan son derece mutlu oldukları kanısına vardım. Başka türlüsü mümkün değil zira.
Turizm okuduğum dönemlerde yaptığım stajlardan biliyorum da… Yazın ortasında millet püfür püfür oturur, havuzlarında serinlerken, her yerinizden akan terlerle boğuşup, kahve servisi yapmak pek de eğlenceli bir iş değildir.
Öncelikle herkes bizi harika karşıladı. Sanki bir süredir görüşemediğimiz ailemize kavuşmuş gibi olduk. KidSide ekibi Maya’yı görünce hemen bağrına bastı. Restoran çalışanları “Bir ay nasıl da çabuk geçti. Hoşgeldiniz!” diyerek bizi karşıladı. Cankurtaranlardan, animasyon ekibine, benim sevgili pilates hocam Irına’dan (Irina kış döneminde Etiler Hillside’da çalışsın, stretching, pilates ve yoga dersleri versin diye yalvarmayı düşünüyorum yetkililere…) Müşteri İlişkileri Bölümü çalışanlarına kadar her gören son derece içten bir şekilde bizi selamladı, sohbet etti.
Anneanne bu işe çok şaştı…
Tatilde komiklikler olmazsa olmaz….
İşte bunlardan bazı ufak notlar size:
Şehir Çocuğu Maya Denizde…
Tam bir şehir çocuğu (maalesef) olan Maya için denize girmek bir ceza adeta. Ben de tatilimizin amacını unutmadığım için, onu sürekli denize girmeye ikna etme çabalarındaydım.
Bir tuvalet ziyaretimiz esnasında aramızdaki konuşmaya şahit olan tuvalet temizliğinden sorumlu Hatice Teyzemiz, bana arka çıktı. Nasıl mı? En uygun pedagojik sistemle…
Maya titrek ve nazlı bir ses tonuyla: “Denize girmek istemiyorum anneeeee…”
Ben kararlı ama ikna edici olmaya çalışan bir yaklaşımla: “Ama Mayacım bak deniz senin için çok faydalı. Hem seneye hasta olmaman için de çok önemli. “
Maya bu sefer anlaşma yapmaya çalışarak: “O zaman şimdi havuza girelim, öğleden sonra denize gireriz anne.”
Kararlı anne: “Olmaz Mayacım. Şimdi havuza girsek bile, hemen ardından denize gireceğiz. Bir havuzsa, mutlaka bir de deniz olacak. Tamam mı canım???”
Sevgili Teyzemiz bizi yüzünde hafif bir tebessümle dinlerken dayanamadı ve işe el atmaya karar verdi. Yaptığı yorumu duyduğumda pedagoglara boşuna para verdiğime emin oldum!!!
“Bak güzel gıııızzz, anneni dinle! Annesini dinlemeyen gızlar ÇİRKİN olur!”
İşte bu kadaarrrr… Niye uğraşıyorum ki zaten, yok faydalıymış, yok hastalanmayacakmış,… Hepsi detay bunların. Önemli olan güzellik ve çirkinlik…
Kızıma pedagojik anlamda böyle bir cevabın uygun (!) olmadığını düşündüğümden, gülümseyerek “Mayacık zaten çok güzel ama denize girerse onun için çok faydalı olacak…” diye kendimce durumu toparlamaya çalışıyorum.
Teyze bana bir bakış atıp benim kırdığım potu toparlamaya çalışıyor:
“Annesinin sözünü dinleyen erkek yakışıklı olur. Gııııızzz güzel oluuuur!!!”
Hay Allah, ben yine yüzümdeki kontrolsüz gülümseme eşliğinde “Bu küçük kız zaten çok güzel ama deniz de çok faydalı…” falan demeye çalışırken Teyzemiz benim zeka özürlü olduğuma inandığından gayet abartılı bir şekilde göz kırptı ki belki onun kızıma vermeye çalıştığı mesajı anlarım da susarım diye!!!
Ardından da oğluyla ilgili bir örnekleme yaptı, konuyu daha net Maya’ya anlatabilmek için: “ Bak benim oğlum hep denize girdi burada. Havuz falan bilmez. Artık büyüdü. Ukrayna’ya iş için gidecekti. Çoccuk ne yapacak o soğuklarda diye korktuydum, Fethiye’nin sıcağına alışık hani… Ama taş gibi, hiç hasta olmadan geliverdi…”
Maya şaşkın bakışlarla dinlemekle yetindi. “Yorumsuz… der gibi…
Tembel Anne…
Maya’ya her akşam iki tane kitap okurum normalde yatmadan. Fakat burada zaten gecenin bir vakti yatıldığından, kitap falan aklımın ucundan bile geçmiyordu açıkcası. Yat ve uyu… Fakat anlaşılan kızım bu konuda eksiklenmiş ki, bir gün yürürken aniden nereden çıktığı belli olmayan bir şekilde “Anne! Akşam olunca bana kitap okumaman hiç de hoş değil!” dedi. Bu uyarıyı takiben, anne eski görevine döndü tabii ki…
Banyoooooooo…
Denize girme işkencesi esnasında kızımı eğlendirmeye çalışıyorum. Yok şişme bot, hem de altı şeffaf olanından ki balıklara bakalım falan filan… Ama tüm uğraşlar boşuna. Denize adımımızı attığımız anda yüzünde ekşi bir ifade (çünkü su tuzlu…), gözler kapatılmış (çünkü gözüne su kaçarsa çok yakıyor), board’una can havliyle sarılmış ama kendi gitmek istemediği için bana çektiriyor ve sürekli bir balina edasıyla ağzından (aslında ağzına hiç değmemiş) tuzlu suları çıkarıyor… Püfff, püfff sesleri eşliğinde denizde gidiyoruz.
Sürekli şikayet halinde, mızır mızır… Bende cevaplar hazır: Su gözlerini mi yakıyor? Aaa çok iyi gelir gözlerine… Su çok mu tuzlu? Ağzına girmesin mi istiyor? Bence tam tersi salatalık getirsek de suya batırıp yesek, ne güzel tuzlu tuzlu olur…
Bunlar da yetmeyince başlıyorum süper pedgojik yaklaşımlara: “Bak elalemin çocuğu denizden çıkmıyor! Üstelik senden çok daha küçük… Hem bu suyu İstanbul’da zor bulursun. Buraya denize girmek için geldik küçük hanım, üstelik de çok pahalı, valla anneanne olmasa gelemezdik, ikinci defa. Hem aklıma gelmişken, senin anneanneye teşekkür ettiğini de hiç duymadım!!!” (Harikayım değil mi?!!)
Derken anneanne sazı eline alıyor, eskilerden örnekler her zaman işe yarar: “Mayacım, bizim zamanımızda denize girmeye ‘Banyo’ derlerdi. Her çocuğun o yaz kaç defa ‘Banyo’ yaptığına bakılır, karşılaştırılırdı. İdeali 30 ‘Banyo’ idi.
Ben tabii hemen atlıyorum duruma “Yaaa bak sen daha geçen seferle birlikte taş çatlasa 10 ‘Banyo’ yapmış olacaksın… Daha çoook var 30 olmasına!!!”
Tatil boyu kaç ‘Banyo’ yaptığı sayıldı Maya’nın tahmin edeceğiniz gibi…
Maya “Babam olsa da beni bu cadılardan kurtarsa” der gibi bize bakıyor o yüzünden eksik olmayan ekşi ifadesiyle…
Bizler ve Onlar…
Böyle tatillerde insan farklı memleketlerden anneler-babalar görünce kendi ile karşılaştırabiliyor. Benim gözlemlerime göre bizleri diğerlerinden ayıran en büyük özelliğimiz fazlasıyla müdahaleci olmamız. Babalar genelde zaten kendi hallerindeydi. Pek çocuğuyla tek başına takılan Türk baba görmedim açıkcası. Anneler ise komik… Çocuğuna havuzda karpuz yedirmeye çalışanından, sürekli uyaranına, dayak atacağı konusunda korkutmaya çalışanından, havuzda sürekli direktif verenine kadar bir gürültü, bir gürültü…
Yabancılarda ise ekstra bir rahatlık söz konusu. Minicik bebeğin kolluklarını taktıktan sonra havuzda tek başına bırakıp ilerideki şezlonguna rahatlıkla uzanan anneden, garip pozisyonlarda çocuğuna suya atan babalara kadar tek kelime ile korkusuzlar.
En rahat anne-babalar ise çocukları günlerini sabahtan akşama kadar KidSide’da geçirmeyi sevenlerdi. Hem çocuk mutlu, hem anne-baba başbaşa bir tatil yapıyormuş görüntüsünde. İmrenmedim desem yalan olur 😀
Kaç gün kalmalı…
Maya bir gün bana okulun açılmasına ne kadar zaman olduğunu sordu. Ben de, “Eylül ortası, yani iki ay sonra açılıyor okulun” dedim. “Yani?” dedi. “Yani 60 gün sonra” diye cevap verdim.
Aradan zaman geçti. Birdenbire bızdık bana dönüp “Annecim burada 60 gün daha kalsak olur mu?” diye sordu 🙂 Canııımmmmmm…
Komikliklerle birlikte acıklı haller de oluyor maalesef tatillerde. Sıcak hava, bol nem, odada havalandırma, dışarıda fırın durumu bizim miniği perişan etti. Tatilin bir günü iyiyse, diğer gününü tuvaletin başında ya da odada dinlenerek geçirmek zorunda kaldık.
Bir gece çok fena midesi bulanıp içindekileri dışarıya çıkarınca, kızıma mı koşayım, etrafı mı temizleyeyim bilemedim. Pek de ümitli olmayarak, Müşteri İlişkileri’ni aradım. Durumu izah ettim.
Hemen bir temizlik görevlisi geldi. Halimize pek bir acıdı. Etrafı çok güzel temizledi. Yeni havlular yerleştirdi her yere.
Sonra “Tekrar geliyorum” dedi odadan çıkarken. Geri döndüğünde elindeki tepside bir termos sıcak su, çeşitli poşet çaylar, birkaç bardak ve Maya için en gerekli olabilecek eşya: kazaya karşı başucunda durması için bir kova!!!
İnanamadım bunları görünce. Hiçbirini ben istemeyi akıl edememiştim ve bu görevli kendi başına gerekli her şeyi getirmişti. Servis sektöründen gelen biri olarak, ince servisi en çok ben takdir ederim herhalde. Adamcağızın neredeyse boynuna sarılacaktım…
Tatildeki bu rahatsızlık bızdığımı öyle tedirgin etti ki, ilk başlarda istediği o 60 günden vazgeçip hemen eve dönmek istediğini belirtti. Hatta eve dönünce bahçeye bile çıkmayacağını, hep evde oturacağını söyledi durdu…
Her ne olursa olsun, tatil her zaman tatil… Hasta olunca çok zor, fakat öte yandan o nefis denize girebilmek, annemle ve kızımla olabilmek, sabah 08:30’da Irina ile Silent Beach’de denize nazır yoga yapabilmek, kızıcığımın aniden yüzmeye bu kadar hakim olduğunu, korkusuzlaştığını görebilmek,…
İşte tüm bunlar unutulmaz anlar…
Umarım bir sonraki minik kaçamağımız daha fazla tatlı anlarla dolu olur, hastalıklar bizden uzak durur…
Category: Günlük Hayat
3 Comments