Bir arkadaşımın arkadaşı Mine Küçük. Okullar için düşündüğü bir proje kızıcığın okulunda da acaba gerçekleşebilir mi diye konuşmak ve tabii bu vesile ile tanışmak için buluştuk aylar önce. O kadar dolu bir insan ki, yaptıklarını kendisi anlatsın istedim. Okula da aynı yaklaşımda bulundum, gelsin kendisi anlatsın. Çünkü müzecilik konusunda anlattıkları ve yapılabilecekler beni çok etkiledi.
Müze gezmek bilgi ister. İnsan neye bakmalı, nasıl bakmalı, o müzeden ne kapacak, dağarcığında neler kalacak,… İşte Mine bunları öğretiyor miniklere ve öğretmenlere.
Şimdi sizi onunla başbaşa bırakıyorum… Bakalım siz ne düşüneceksiniz anlatacakları karşısında…
Sevgili Mine, bize biraz kendinden bahseder misin?
Hep tarihe meraklı bir çocuk oldum. Küçükken ansiklopedilerde tarih ve sanat ile ilgili bölümleri okumaya bayılırdım. Yaptığımız bir ilkokul gezisinden Topkapı Sarayı avlusunda yaşadığım duygusal yoğunluktan dolayı ağladığımı hatırlıyorum. Bir de esrar çözmeye bayılırdım. Hep beni etkiyecek bir zeka ile yazılmış olan hikayeleri okurdum. Bu anlamda tarih ve bilinmeyeni çözme tutkumun birleştiği bir alan olan arkeoloji okudum. Prehistorya arkeoloji si bölümüne çok isteyerek giren ender öğrencilerden biriydim.
Üniversite hayatım boyunca hasta olmadığım sürece hiçbir dersi kaçırmayan öğrencilerden biri oldum. Hiç okulun kantininde oturduğumu ya da Beyazıt’ta üniversite çevresinde bir kahveye gittiğimi hatırlamıyorum. Dersten kalan zamanlarda Prehistorya Laboratuvar’ında prehistorik taş çizimi öğrendim. İstanbul Arkeoloji Müzeleri stajyer öğrenci almaya başladıklarında başvuru yapıp ilk staja başlayan öğrenci benim. Üç sene boyunca staj yaptım müzede. Muhtemelen bir süre sonra tamamen dijital hale dönüşecek olan envanter defterlerine dokundum ben. Kocaman defterler, tüm bilgilerinin çok güzel bir el yazısı ile yazıldığı. Öğrencilik hayatım boyunca ayrıca Troia (Truva) kazısında İlk Tunç Çağı seramikleriyle her yaz çalıştım.
Kazı başkanımız benim çalışmamdan memnun olduğu için beni okul bitiminde Almanya’ya götürmek istiyordu. Almanya’da okumak benim ilk tercihim olmasa da hocamız ile çalışmak için gidecektim. Ancak hayat sürprizlerle dolu tabi. Üniversitenin üçüncü senesinde Amerika’lı bir profesör geldi kazıya. Çalışmalarımı beğenerek bana kendisiyle Amerika’da Minnesota Üniversitesinde okumamı ve asistanı olmamı teklif etti. Kabul ettim. Alman hocam üzülse de bana çok güzel bir referans mektubu verdi.
Minnesota Üniversitesi’nde Disiplinler Arası Arkeoloji ve Müze Bilimi (müzeoloji) Yüksek Lisansı yaptım. Dünya çapında bir profesörün asistanlarından biri olmak bana her öğrenciye nasip olmayacak yollar açtı ve çok şey öğretti. Bu arada öğrenciyken staj yaptığım Minnesota Bilim Müzesi Antropoloji Bölümü’nde sergi uzmanı ve Türkiye’deki projeleri için proje koordinatörü olarak çalışmaya başladım.
Müzenin projesi, Çatal Höyük kazı projesinin halka yönelik programlarını hazırlamaktı. Yaratma isteğimi tatmin ettiği için Müze Bilimi daha çok hoşum gitmeye başlamıştı. Çünkü arkeoloji de belli kurallar içinde çalışmak zorundasınız ama müze bilimi yaratıcılığa imkan verir. Beş sene kadar bu işte çalıştıktan sonra istesem daha fazla kalma imkanım olduğu halde artık yaptığım işin tekdüze bir hale geldiğini ve yaratmama izin vermediğini düşünerek işten ayrıldım. İstanbul’a döndüm. Aslında burada daha kısa bir süre kalıp ayrılmayı düşünürken şartlar düşündüğümden farklı gelişti ve yaklaşık on senedir İstanbul’dayım.
Türkiye’ye döndükten sonra hep yapmayı düşündüğüm projeleri sırasıyla hayata geçirmeye başladım. Bazıları hemen gerçekleşti bazıları için ise yıllarca beklemem gerekti.
Bir kültür ve sanat dergisine üç sene kadar Müze yazıları yazdım. Daha sonra dergi yayın içeriğini değiştirdiği için yazmayı bıraktım ama yazı yazmaya imkanlar izin verirse devam etmek istiyorum.
Yetişkinlere arkeoloji dersi vermek istiyordum, iki sezon bir üniversitesin atölyeleri bünyesine bu çalışmaları yaptım, ancak daha sonra bu atölyeler katılımcıların rahatça ulaşamayacağı bir yere taşındığı için sonlandırılmak zorunda kalındı.
Bir de ilkokul seviyesinde zorunlu olarak müze dersi olması gerektiğini düşünüyordum. Bunun için çok uğraştım ve sonunda özel bir ilkokulda Türkiye’de, hatta yurt dışındaki meslektaşlarımla konuştuğum kadarıyla dünyada da örneği olmayan bir müze dersi yapmaya başladım. Sadece ilkokul 3. Sınıf öğrencileriyle çalıştım, çocuklar her hafta benimle teorik müze dersi, projeler ve müze gezileri yaptılar. Geçen sene bu derse ara verdim ancak bu sene biraz daha geliştirerek dersimi vermeye devam etmek istiyorum.
Çok özetle şu anda yaptığım işleri şöyle sıralayabilirim: Üniversitede öğretim görevlisiyim, eğitim programları hazırlıyorum, uluslar arası projeler için koordinatörlük yapıyorum, iki tane Avrupa Birliği projesinde uzman olarak görev yapıyorum.
Dinlemesi bile yorucu! Nasıl oluyor bu kadar çok şey bir arada?
Ben bir konuda öğrendiğim bilgiyi bir diğer çalıştığım alanla birleştiriyorum. Dolayısıyla yaptığım işler birbirlerinden vakit çalmıyorlar tam tersine birbirlerini besliyorlar. Galiba işin sırrı bu. Yaptığım işleri çok iyi planlıyorum ama planlarımı da büyük bir disiplin ile uyguluyorum. Tatilde olmadığım sürece ki o da çok olmuyor, fazla uyumuyorum. Sadece bana heyecan veren işleri yapıyorum. İşlerimden bahsederken gözümün parladığını söylerler hep, sanıyorum nedeni bu! Samimiyetsiz insanlarla vakit kaybetmiyorum. Kaliteli ve pozitif insanlarla iş yapıyorum. Bir yemek kursu alırken hocamızın söylediğini unutmuyorum ‘Kalitesiz malzeme ile iyi yemek yapamazsınız’ demişti.
“Müzecilik” Türkiye’de ne durumda? Çeşitli müzelere yönelik eğitim programların var değil mi? Bize biraz bunlardan da bahseder misin?
Çok küçük özetle vermeye çalışayım çünkü bu konu başlı başına bir röportaj konusu. Genelleme yaparsak ortalama son on yılda büyük gelişmeler kaydedildi. Özel müzelerin açılması biraz bu süreci hızlandırdı tabi. İstanbul başı çekerken artık başka kentlerimizde müzecilik alanında gelişme kaydetmeye başladılar. Mesela bir zaman ayırıp gitmek ve incelemek istediğim şehirlerden biri Gaziantep. Enteresan bir süreç içindeler.
Müze eğitimine ayrılan bütçe örneğin müze sergilemesine göre daha az oluyor. Avrupa’daki meslektaşlarımla da bu durumu tartıştığımda orada da durumun benzer boyutlarda olduğunu görüyorum.
Ben İstanbul Grafik Sanatları müzesiyle çok eğitim çalışması yaptım. Çocuklara müzede sergi açılışları bile yaptık. Ayrıca öğretmen eğitiminin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ben öğretmen eğitimini çeşitli projeler kapsamında yaptım ama şimdi İstanbul’da bir müze bunun hazırlıkları içindeyiz. Ben programı hazırlıyorum, onlar da sponsor arayışı içine girecekler. Eğer her şey yolunda giderse önümüzdeki eğitim ve öğretim yılında başlıyoruz eğitimlere.
Belirttiğin okul eğitimlerinde yaş grubu ve içeriği nasıl?
Bu eğitimleri birkaç seviyede yapıyorum.
Bir tanesi biraz önce de ifade ettiğim gibi 3.Sınıf öğrencileri ile. Müze tanımı, çeşitleri, sergilemeler üzerine görsel malzemeler kullanarak konuşuyoruz. Projeler ve geziler yapıyoruz. Kulüp dersi olarak bir okulda yaptığımız zaman okul gezi ve proje istemediği için sadece teorik ve web sayfaları üzerinden bir ders yapmıştık.
Üniversitelerde ise lisans ve yüksek lisans seviyesinde veriyorum Müze Bilimi dersini. Orada artık bilimsel kaynaklar üzerinde çalışma, müze kritikleri yapıyoruz, ödevler hazırlıyorlar.
Bu eğitimleri alan çocukların öncesi ve sonrasını karşılaştırdığında fark olarak neler göze çarpıyor sence?
İnanılmaz fark var. Sene boyunca bile fark ediliyor.
Ben ilkokulda yaptığım dersde, öğrencilere sene başında müze hakkında ne düşündüklerini soruyorum, bir de sene sonunda aynı soruyu yöneltiyorum. Dönem başında görüşler daha negatif iken, dönem sonunda ise çoğunlukla pozitifleşiyor. Öğrencilerin çok sevdikleri cümle ‘müzelerin ne olduğunu öğrendim’. Bilinmeyince de bir şey sevilmiyor maalesef.
Bir kere dört sene önce müze dersi yaptığım öğrencilerimle anket yaptım. % 80 oranda öğrenci artık müzelere daha fazla gitmekten hoşlandıklarını, en önemlisi bir müze sergisini artık daha bilinçli olarak yorumladıklarını ifade ettiler.
Ayrıca öğrencilerimden bazılarında müze bilimini üniversite ve yüksek lisans seviyesinde okumaya başlaması da beni çok mutlu ediyor.
Bir de yine yukarıda bahsettiğin “eğitmeni eğit” (train the trainer) programı var. Bu nasıl olacak ve kimler için ne şekilde faydalı olacak?
Bu konu çok önemli. Senelerdir her yerde imkanım elverdiğince bu konuda lobi faaliyetlerinde bulundum. Ayrıca kendim bireysel olarak çeşitli projeler kapsamında ‘eğitmeni eğit’ programları yaptım.
Örneğin, en son yaptığım bir çalışmadan Niğde’de sanat öğretmenlerine arkeoloji müzesinden ne şekilde yararlanabilecekleri konusunda eğitim verdim. Şimdi, biraz önce de ifade ettiğim gibi bir müze ile bir sene boyunca öğretmenler için eğitim programı hazırlıyorum. Bu programdan tüm öğretmenler yararlanabilecek. Genel olarak sunacağım müze bilimi hakkında bilginin yanı sıra öğretmenlere müfredat çevresi içinde müzeden nasıl yararlanabileceklerini de anlatacağım.
Yurtdışında ne gibi çalışmaların var? Türkiye’de müze ve arkeoloji anlamında karşılaştırma yaptığında sence ne durumdayız? Daha neler olmalı?
Yurtdışı ile çeşitli sürekli ilişki halindeyim, hatta bazı projeler için yurtdışındaki kurumlarla çalışıyorum.
Yurtdışında yaptığım projelerden örnek verecek olursam; çalıştığım Avrupa Birliği projeleri İsveç’teki bir kurum aracılığı ile oluyor. Ben bu kurum için bazen Stockholm’de ders veriyorum ya da bazen kurslara gözlemci olarak katılıyorum.
Liechtenstein’da bir sanat okulu ile çalışmalarımız devam ediyor. Ben orada proje çerçevesinde hem ders verdim hem koordinatörlük yaptım ve yapmaya devam ediyorum.
Türkiye ve yurtdışını karşılaştırmamı istersen, sevinerek söyleyebilirim ki aramız açık artık kapanıyor. Belki onların bizden en önemli farklı özellikle müzelerle ilgili bilincin çok daha önceki yıllardan itibaren yerleşmiş olması.
Ortak problem ise ödenek konusu. Oradaki meslektaşlarım da şikayet ediyorlar yeterli ödeneğin olmamasından. Bugünlerde dünyayı saran ekonomik kriz kültür ve sanat alanlarını hemen olumsuz bir şekilde etkiliyor.
Biz ülke olarak her türlü açığımızı eğitim ile kapatabiliriz. Bence özenle hazırlanmış hiçbir eğitim çabası boşa gitmiyor, mutlaka yerini buluyor, yeter ki bunun önemini anlayan zihinlere sahip olalım ve bu konuda hepimiz üstümüze düşeni yapalım.
Çocuklar için ilginç olabilecek birkaç müze örneği verir misin?
Ülkemizde biliyorsun çocuk müzesi yok. Yıllardır bunun çalışmaları yapılıyor, umarım yakında açılır.
Sorunun ise tam net bir cevabı yok, çünkü her yaş grubunun ilgisini çeken müze farklı oluyor.
Müze listesi çok uzun olur ama genellikle çocukların üç boyutlu sergilemelerin ve çeşitli animasyonların olduğu müzeleri tercih ettiklerini söyleyebilirim.
Bu bağlamda Londra Bilim Müzesi ve Paris Doğa Tarihi Müzesi ilginç olabilir.
Stockholm’deki Scansen Açık Hava Müzesi İsveç’teki ev çeşitlerini görmeleri açısından ilginç. Ayrıca rehberler yerel kostümleri giyerek ziyaretçilere yardımcı oluyorlar.
İngiltere’nin York şehrindeki Viking Merkezi’nde de canlandırılan bir Viking köyünde gezinip kostümlü rehberlerden yardım alabiliyorsunuz.
Bir de yeri gelmişken şunu söylemek istiyorum. Çoğunlukla Oyuncak Müzesi çocuk müzesi zannediliyor. Ancak Oyuncak Müzesi daha ziyade ebeveyn ve çocuğun beraber gitmesi, sergilenen oyuncakları beraber inceleyerek geçmiş ve şimdi arasında güzel bir ilişki kurabilecekleri müze olarak düşünülmelidir.
Çocukların müze ziyaretlerinin anlamlı ve akılda kalıcı olabilmesi için sence yaş olarak bir alt limit var mıdır? Müze ziyaretinden bir şey edinebilmeleri için ebeveynlere verebileceğin birkaç ipucu var mı?
Bu sorunun cevabını bir önceki soruna bağlayarak cevap vereceğim.
Çocuklar bebekken bile müzeye götürülebilir. O atmosferin içinde bulunmaları önemli. Biliyorsun bebeklerin anne karnında bile his ettiklerinden bahsediliyor.
Çocuklar konuşmaya başladıktan sonra, 4-5 yaşlarında artık onlar için müze eğitimi çalışmaları başlıyor. Ebeveynler çocuklarını kendileri müzeye getirdiklerinde ise onların anlayacağı dilden objeleri ve ne sergilendiğini anlatabilirler. Çocuk ilgi alanına göre müzelere gitmeyi seviyor tabii.
Bir önceki soruya bağlayacak olursam, vereceğim ipucu, çocuklarınızı her türlü müzeye götürün, sonra hangi müzeyi sevdiklerine onlar karar versinler.
Ama genelleme yapacak olursam ilkokul çağındaki öğrenciler arkeoloji ve doğa tarihi müzelerini çok seviyorlar. Estetik duyguları geliştikçe daha ileriki yıllarda sanat müzelerine ilgi başlıyor. İlgi alanları belirlendikçe de uzmanlık müzelerine ilgi duyuyorlar.
Mineciğim ayırdığın vakit ve harika bilgiler için çok teşekkürler!
Sevgili okurlar, konuğumuz Mine Küçük’e bızdıklarınızla ilintili soruları “0 km.Bızdıklar” aracılığı ile iletebilirsiniz.
Category: 0 km.Kültür, Genel, Günlük Hayat, Konuklarımız
4 Comments