Kadın Olmak : İki İleri Bir Geri

Anneannem üç defa evlenmişti.

İlki gencecik yaşta aşk evliliğiydi.

Aşık olduğu adam, dedem, çok yakışıklıydı. Sarışın, mavi gözlü Rumelili… Uzun boylu, karizmatik. Genç bir Kurmaydı. Üniforma içerisinde sanki daha da yakışıklı oluyordu. Aşkları bir meyve verdi: annem.

Ama uzun sürmedi. Yakışıklılık, insanların onu beğenmesi ve sonucunda önüne geçilemez bir çapkınlık.

Boşandı anneannem. Hem de minik kızını yanına alarak. Hem de o devirde! Olacak şey değildi. Kadın dediğin evlenir, ne olursa olsun o evliliği yürütürdü.

Tevekkeli büyükannem karaları bağladı. Çattı çatkıyı alnına, eve kapandı günlerce… Aslında derinden kendisi de kızının bu kararını onayladığı için engel olmaya kalkmadı. Ne o, ne de büyük dedem – anneannemin babası. Sahip çıktılar kızlarına ve minik torunlarına.

Amaaaa şu cümle var ya :“Elâleme ne diyeceğiz?!” Dert oluyordu onlara.

Hiç oralı olmadı benim kuvvetli anneannem. Evliliğinin iyi gitmediğini fark edince, minik kızına annesi bakarken, evde ders notlarına çalışıp, imtahanlara girmiş ve başarıyla diplomasını almıştı. O artık bir Edebiyat Öğretmeni idi. Maddi anlamda da ayaklarının üzerinde durmayı başarıyordu. Babasının da hayaliydi zaten kızının edebiyat ile haşır neşir olması.

Derken kendisinden yaşı çok daha ileri, ciddi mizaçlı ama ona aşık bir adamla evlendi anneannem. O bir politikacıydı, hatta bir dönem Meclis Başkanlığı yapmıştı. O dönemde politika dünyası bugüne göre çok daha farklıydı. Bu ikinci eş, bilgili, son derece kültürlü bir adamdı. Anneannemi çok sevdi, onu el üstünde tuttu. Anneannem de ona çok bağlandı, çok sevdi. İşte aşk buydu! “Hayatımın en güzel dönemleriydi…” diye anlatırdı biz torunlarına.

Fakat o da zamansız vefat etti. Anneannemin saçları bir gecede simsiyahtan bembeyaz oldu.

Annem şahit.

Büyük üzüntü…

Fakat hayat devam ediyor. O dönemler eşsiz ve çocuklu olmak zor. “Kadına mutlaka birileri sahip çıkmalı. Tek başına olmaz!” mantığı hakim memleketimde.

Ama aile yine kenetlendi birbirine. Büyükannem karaları bağlasa da, kızlarının ve torunlarının yanındaydılar yine.

Bir süre sonra bir dostları sahip çıktı anneanneme. Sahip çıkılmaya ihtiyacı olan bir kadın değildi anneannem. Ama işte toplum aksini söylüyordu.

Kimdi bu kişi? O da eşini bir hastalığa kayıp etmişti. Anneannem güzel kadın. O da çok yakışıklı. Aynı zamanda çok mazbut, kendi işini yapan, aileye değer veren bir kişi.

Sonuç evlilik tabii. Alternatifi düşünülemez. Özellikle o dönemde.

İşte “dede” diye bildiğimiz dedemiz bu üçüncü kişi. Annemi kendi öz evladı gibi bağrına bastı. Bizimle hiçbir dedenin geçirmediği kadar vakit geçirirdi. Birlikte yapmadığımız şey yoktu. Bana öğrettiklerini hâlâ hatırlarım. Eminim onunla daha fazla vakit geçirme şansı olan ablam da benzer yorumu yapacaktır. Belki daha bile fazlasını…

Anneannem, içinde bulunduğu anı olabildiğince iyi ve dolu dolu yaşamaya özen gösteren bir kişiydi. Geçtikleri dönemde “Elalem ne der…” düşüncesinden kendini arındırabilmiş, kızı ve kendisi için güçlü durmayı başarmış bir Cumhuriyet kadını idi benim anneannem.

Dedem ise güzelliklerden, fark yaratmaktan, üretmekten anlardı. Birlikte bizler için bence harika birer yaşam dersiydiler. Örnek alınacak kişilerdi.

Hayatımdaki bu iki insan zaman içerisinde süzüldü gitti. Şu veya bu sebepten. Ama hep kalbimdeler. Çünkü benim küçük dünyamı büyüten, bana örnek olan insanlar onlar. Tökezlediğim her an onlar aklıma gelir. Ve bana güç verir.

Geçen hafta Müzeyyen Senar’ı kaybettik.  Şahsen tanımasam da, her gördüğüm ortamda saygı duyduğum bir sanatçı. Kim aksini söyler ki zaten? Instagram’da yapılan bir paylaşımda belirtildiği üzere, demiş ki: “Hiçbir evliliğimde gelinlik nasip olmadı bana. Öyle kimselere vurulmadım. Hep adamlar musallat oldu bana. Ben bir kez âşık oldum aslında. O da Suudi Arabistan Sefiri Tevfik Hamza idi. Evlendik, sefire oldum. Ama şarkıcı olduğum için hükümeti istemedi, bizi ayırdı. O gerçekten adam gibi adamdı. Hayatımda ilk kez bir erkeğin,  omuzlarımdan bütün yükü alarak beni sevebileceğini onda gördüm.”

İşte bu cümleyi okumamla ilk aklıma gelen anneannem oldu. Aşk için yaşayan, aşka önem veren bu kadınlar, hayatın her gününün onlara yeni bir hoşluk sunacağını biliyor ve belki de bunun için yaşıyorlardı. Çağdaştılar, kadın olmaktan korkmuyorlardı, kadınsı duygular onları sadece güçlü kılıyordu. İleriye bakıyorlardı. Üstelik de bu duygularını dile getirebilecek kadar kendilerine güvenleri vardı.

Ve bu yüzden yaşları yoktu.

Ve şimdi gencecik bir kızı köhne bir bakış açısına mı kaybettik diye düşünüyorum. Bir insan için üzülmek onu tanımayı gerektirmez. Bir anne olarak, bir “insan” olarak benim içim sızlıyor. Ve ne acı ki anneannemin gençliğinde ileri giden, gelişen, modernleşen, kadına saygı duymayı öğrenmeye başlayan ülkem, bu özelliğini hızlı bir şekilde yitiriyor.

Peki geriye ne kalıyor?

Leave a comment