Sevgili Tuba Şamlı Atilla. Defne’nin Kitapları’nı takip edenler onu Çılgın Sörfçüler serisinin çizeri olarak biliyordur mutlaka. Takip etmeyenler – cık cık cık 🙂 – ise zaten “Cici Büyüyor” serisinden biliyorlardır.
Sevgili Tuba, Cici Büyüyor serisindeki renk cümbüşü, şirin ve bir miktar isyankâr Cici karakteriyle miniklerle empati kurarken, yakın zamanda Bilge ve Zaman Makinesi serisi ile karşımızda.
Kitapları okumadan ve sevmeden yazmak benlik değil. O nedenle burada yer vermem biraz zaman alıyor. Bilge ve Zaman Makinesi bir süredir karşımda beni bekliyordu. Nihayet rahat rahat okuyabildim ve hemen sizlerle paylaşmak için kolları sıvadım 🙂
Serideki dede-torun ilişkisi çok özel. Biliyorum ki her dede-torun ilişkisi böyle değil. Ama benim böyle bir dedem vardı. Yazlarımızı birlikte geçirdiğimiz, bize deniz kabuklarından bebekler yapan, çiçek ekmeyi öğreten, hayvan sevgisi ve bilgisini aşılayan, bizi her yere paket gibi yanında taşıyan, zaman zaman zor ama kesinlikle bilge bir adam.
Çocukluğumda olsun yetişkin dönemlerimde olsun, yaşadığım pek çok güzel anın öncelikle hiç bitmemesini, kaçınılmaz son sonrasında ise tekrarlanmasını tüm kalbimle dilediğim çok olmuştur. Bilinmeyeni keşfetmekse hem ürpertir hem de bir mıknatıs gibi kendine çeker.
“Keşke”leri ise silip atmayı hedeflerim. Onlar “keşke”dir sonuçta.
Bu seriyi okurken aklımdan geçenleri sıralıyorum size.
Bilge ve Zaman Makinesi Yadigâr’dan kısacık bir paylaşım yapıp, sizi serinin yazarı ve çizeri sevgili Tuba ile baş başa bırakıyorum.
Yadigâr’da Bilge dedesine soruyor:
“Neden zamanda yolculuk? Ne faydası var ki bunun?”
Dedesinin cevabı şu şekilde:
“ … Her insanın geçmiş ya da gelecek zamanda görmek istediği, kaçırdığını düşündüğü, pişman olduğu, değiştirmek istediği ya da merak ettiği bir şey ya da biri mutlaka vardır. Bazen en mutlu olduğumuz günü tekrar yaşamak isteriz. Bazen hata yaptığımız anı ‘Keşke hiç yaşamasaydım,’ diye düşünürüz. ‘Elimde olsa da düzeltebilsem, keşke o ana gitsem de her şeyi değiştirebilsem’ diyen çoktur. İnsanlar en çok çocukluklarına geri dönmek ister ya da özledikleri birini tekrar görebilmek… Ama öyle anlar var ki, bazen gerçekten bir insanın hayatını ya da tüm insanlığın gidişatını değiştirmiştir. İşte biz zaman gezginleri bazen ufak maceralara atılarak bu gidişatların düzenlenmesine müdahil oluruz.”
Bu yük Bilge’ye bir anda fazla gelir.
“Ben 8 yaşında bir çocuk olarak ne yapabilirim ki?” der.
Dedenin buradaki cevabı çocukların gücüne ve becerisine sonsuz güven duyan birisi olarak beni derinden etkiledi.
“Çocuk deyip geçme evladım kendine, ne çocuklar var dünyayı değiştirmişler, ne büyükler var öylece geçip gitmişler.”
Öyleyse sıra soru-cevapta 🙂 Keyifli okumalar 🙂
Tubacığım öncelikle çok tebrik ederim. Bilge ve Zaman Makinesi’nin her iki kitabını da keyifle okudum. Ellerine, emeğine sağlık.
Sana ilk sormak istediğim, Cici serisinden sonra bu seri üzerinde çalışmanın duygusal ve teknik anlamda seni nasıl hissettirdiği.
Teşekkür ediyorum Defneciğim. Vakit ayırıp okuduğun ve beni konuk ettiğin için ayrıca çok mutlu oldum 🙂
Öncelikle ‘Cici Büyüyor’ serisi ile ‘Bilge ve Zaman Makinesi’ serisinin yaş grubunun ayrı olması ana çatıyı kurarken ciddi bir farklılık. Konular ve bunları ele alışım, kullandığım dil de iki seriyi bambaşka kulvarlara sokuyor. Benim Bilge ve Zaman Makinesi’nde anlatmak istediğim, hikaye ile karakterlerin yaratılışı kitaplara keskin bir biçimde yansıdı. ‘Bilge ve Zaman Makinesi’ serisi uzun süredir aklımdaydı, hatta Cici kitaplarını üretirken sürekli notlar alıp, görsel mood arşivi hazırlıyordum, ‘O’ zamanının gelmesini bekliyordu.
Bu seri ilk kitapta ana karakterim Bilge ile dede torun ilişkisi-bağı üzerinden hikayeyi açıyor, kuşaklara aktarımı çocuğun gözünden ve iç sesinden, hayatın varoluşsal sorgulamasına çok net bir şekilde biz kimiz, nereden geldik, nereye gidiyoruz sorularıyla yön veriyor. Aile bağı, zaman olgusu, sonsuzluk kavramı ve koşulsuz sevgiyi bir çocuğun gözünden anlatıyorum. Tabii ki kendi çocukluğum, babam ve oğlumun ilişkisi, aralarındaki bağ bana çok ilham verdi.
Kitaplardaki resimleme de teknik anlamında çok farklı, suluboyanın spontanlığı, kağıdın dokusu üzerinde bıraktığı izin bana göre zamansız ve duygusal oluşu, hatta boyanın kağıt ile ilişkisini kurarken hikayeye verdiği katkı… aynen insanlar arasındaki ilişki gibi, riskli, değişken, bazen cesur, bazen temkinli, hatayı kabul etmeyen ama başarıyı mükemmel gösteren bir doğaçlama. Teknik olarak kesinlikle daha akademik, resimsel bir dile sahip ve ciddi anlamda bir bilgi, donanım gerektiriyordu Bilge ve Zaman Makinesini resimlemek.
En önemli konu bu seride ‘Kitap tasarımı’ projenin derdini oluşturduğu için, kapak tasarımı, sayfa tasarımı, sayfa numaraları, vinyetler, resimleme tüm bunların yazı ile bütünleşmesi en önemlisi bir hikaye yazıyor olmanın verdiği ağır sorumluluk büyük bir paketti. Bu seriyi üretirken kendime hiç acımadım ve sıkı yordum desem yeridir.
Bilge ve Zaman Makinesi’ni okurken aklıma sevdiğim filmler geldi. Geçmişe (veya geleceğe) gidebilme hayali, yaşadıklarımızı bazen tekrar veya farklı yaşayabilme arzusu, belki hepimizin bir yerinde bizi gıdıklıyor, adeta dürtüyor.
Çılgın Sörfçüler Deniz Fenerindeki Adam kitabında da Bay Pipo var mesela, nasıl ve ne zaman ulaşılabildiği hatta gerçek olup olmadığı belli olmayan. Buradaki akışta da aklıma Back to the Future, The Time Traveler’s Wife, Deja Vu, The Lake House gibi çok sevdiğim filmler geldi. Sen bu iki kitabı yazarken nelerden esinlendin? Neler seni heyecanlandırdı?
Benim kendimi bildim bileli zamanda yolculuk fantazisine takıntım var. Bir gün bundan 4 sene önce oğlum -4 yaşındayken- zamanda en mutlu olduğu güne gitmek istediğini bunun için bir makine icat edeceğini söyledi hala da sık sık zamanda o güne gitsem şu ana gitsem der. Farkettim ki bu zamanda yolculuk meselesi çağlar geçse de insanoğlundan geçmeyecek. 14-15 yaşlarındayken ilk okuduğum bilim kurgu romanlarından biri “The time machine/ Zaman makinesi M.G Weels” beni çok etkilemişti, bende iz bırakan zamanda yolculuk, gelecekte geçen romanlar adlarını sayamayacağım kadar çok, sinemada ise Maymunlar Cehennemi, Back to the future /Geleceğe Dönüş, Interstellar, Inception, 12 Maymun, Terminator serisi, Star Gate.. Bakacak olursak hepsinin derdi zihin, zaman, yolculuk, ütopya, distopya… 80ler, 90lar ve 2000ler…yanii benim son 30 yılımı kapsıyor diyebiliriz. 🙂 Yukarıda saydıklarımı defalarca izledim, burada bir tek ‘Back to the future/ Geleceğe dönüş’ gençlik filmi ama bu seride de eğlencenin yanı sıra akıllı hayran bırakan çözümler var. Düşünürsek zamanda yolculuk aslında pek keyifli bir durum olmayabilir, ne ile karşılaşıp ne kelebek etkisi yaratacağınızı bilmezsiniz, ne yaşayacaksınız acaba, ya geri dönemezseniz ya dönmek istemezseniz, yine de elinizde olsa muhakkak denersiniz, o zaman tünelinden geçersiniz.
Evdeki iki yakışıklı bızdığın bu seriye katkısı var diye anlıyorum. Nasıl bir süreç yaşadın? Ve onlara yazdıklarını yayınlanmadan önce okuyor musun?
Bu serinin fikrinin ilk taşını büyük oğlum attı. Onun zamana, hayata merakı, sorduğu sorular kitaptaki karakterimi parlattı. Hikayeyi onlara hiç okumadım, sadece konusundan haberi vardı, çizimleri gördükçe utanıp kaçıyordu çünkü Bilge karakterini oğluma ithafen ona çok benzeterek çizdim. ‘Ben basılınca kendim okuyacağım dedi.’ İyi de oldu çünkü 6 yaşında okusa belki bu kadar anlayamazdı 8 yaşında kendi kendine okumak onu daha iyi hissettirdi. 2. kitabın son bölümününde kitap bitecek diye okumak istemedi.
Biraz da “steampunk” detaylarına girmek istiyorum. Genelde bilimkurgunun alt türü diye biliniyor ve çarklar, vidalar, bakırlar sıklıkla kullanılıyor. Jules Verne “steampunk” öncülerinden sayılıyor yanılmıyorsam. Sen de çizimlerinde makinalarda, aksesuarlarda, hayvanlarda… kullanmışsın. Biraz bu konuyu da anlatmanı rica edeceğim.
Benim zeplinlere, hava balonlarına büyük takıntım var. Çocukken Jules Verne okurken -ben okuduğumun steampunk olduğunu bilmeden- çocuk halimle neden bu yazılanların bir resmi yok diye çıldırdığımı hatırlıyorum, hikayenin detaylarını o ütopik dünyayı görmek istiyordum, okumak yetmiyordu. Maalesef resimli çocuk kitaplarından sonra -3-6 yaş diye sınıflandırılıyor ya – çocuk/gençlik edebiyatında resimlemeye çok az giriliyor, halbuki yabancı kitaplarda var hatta yetişkin kitaplarında bile çizimler, vinyetler, karalamalar var, bence yazıya inanılmaz bir derinlik keyif katıyor. Bu kitabın hikayesini oluştururken kurguyu steampunk bir dünyada hayal etmeye başladım. Bir yandan çocuklara gençlere alt kültürü tohumlar gibi vermek istiyordum. Bu yüzden teknik olarak ana resimlemede suluboyaya, vinyetlerde dijital yorumlamaya gittim. Kitabın kapağı, bölüm başlıkları, sayfa, sayfa numaralarını steampunk tasarım ikonlarıyla tasarladım.
Mekanda, hayvanlarda, aksesuarlarda steampunk öğeleri özellikle seçtim, çünkü olaylar yatay zamanda görülebiliyor olsaydı belki de balıklar, kuşlar gelecekten görülecek veya henüz daha yaşanmamış hatta ıskaladığımız bir geçmişten gelebilecekti. Bu yüzden kitaptaki kahramanlar bunlara tepki vermese de bize yani izleyiciye kendilerini bu şekilde -zamansızca- gösteriyor olabilirler. Ek olarak Bilgenin odası bir zaman gezgininin odası gibi olmalı çarklara, buluşlara, buluşturmalara hayran birini anlatmalıydı. Keza evin kendisi bir zaman makinesi. Bu yüzden ev de sıradan bir ev değil. Buharı, bacası, galvenizleri, vitray camları, ferforje detayları ile Victoria dönemi göndermeleriyle her an çalışmaya hazır bekliyor.
Hem yazıyorsun hem resimliyorsun. Hangisi sana daha büyük haz veriyor?
Ben kendimi hikayeci olarak görüyorum. Bazen imgeler bazen cümleler zihnimi kaplıyor. Tabii ki çizmek benim hayata karşı refleksim, duruşum. Kendimi bildim bileli kalem elimde hareket halinde, karalamalar, çizgiler, taslaklar, günlükler, mektuplar, şiirler, sanat yönetmeniyken senaryolar, başlıklar, anadilimin kelime derinliğini ve oyunlarını seviyorum. Yazarken de bir filmi takip eder gibi sanki hayalimdekini izlediğimi, görür gibi kaleme döküyorum. Çizerken kelimelerle konuşuyorum. Yazımı resmi, resim mi yazıyı kovalıyor? Kim hızlıysa o kazanıyor, yakalamaca gibi yani.
Cici ve Bilge ve Zaman Makinesi hangi yaş gruplarına hitap ediyor? Buradan bu bilgiyi de aktarmış olalım 🙂
Cici 3-6 yaş, konusu itibariyle daha pedegojik, çocukların büyüme ataklarını konu alıp, durumlara empati kurmayı gösteriyor. Bakış açımızı değiştirsek nasıl görünürdü olaylar ve iyi anlaşabilmek için ne seçenek sunardın çocuğuna gibi mizahlı dili olan bir seri…
Bilge ise 8 yaş ve üzeri… Çocukların çok hızlı, bırakamadan okudukları, resimleri derinlemesine inceleyip anlamak için zaman harcadıkları, devamını talep ettikleri bir seri, bir çok yetişkinden de okurken ağladım, çok duygulandım, çocukluğumdaki bir duyguya gittim yorumlarını aldım. Hikayesi ile zamansız bence…
No Comments