Senenin son günlerine yaklaşırken, kendimi her geçen yıl daha çok anneannem gibi hisseder oldum. Neden mi? Çünkü bir sonraki sene için dileklerim giderek kendim için olmaktansa, etrafım ve ülkem için olmaya başladı. İlk etapta ailem ve yakınlarım için sağlık dilerken, hemen ardından ülkem için dilekler dökülüyor dudaklarımın arasından.
Doğru eğitim, sanatla yoğrulmuş gelişen bir toplum, ülkenin her köşesindeki vatandaşını kucaklayan bir devlet yapısı ve adil bir hukuk sistemi, kaldırımların alçalması, yol ortalarını bölen, yolları giderek daha da daraltan dubaların (şu turuncu plastik yere çakılan nesnelerden bahsediyorum) kalkması, her boş alanın beton değil de park olması, parkların beslenmesi yaşatılması, çocuklarımızın yüksek binalardansa parklara kolaylıkla ulaşabilmeleri,… gibi dilekler elimde olmadan aklımdan hızla geçiyor.
Bu dileklerin olabilmesi için ne lazım diye düşündüğümdeyse, başı çeken bir kelime var: EMPATİ.
Ne alaka diyeceksiniz değil mi?
Benim gözlükleri takınca bu kelime ayrı bir önem taşımaya başlıyor…
Empati, “Bir insanın kendisini karşısındaki insanın yerine koyarak onun duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlaması” şeklinde tanımlanıyor.
Empatinin tam olarak gerçekleşebilmesi için üç kural var:
- Bir insanın kendisini karşısındaki kişinin yerine koyarak, olaylara onun bakış açısıyla bakmak,
- Karşıdakinin duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlamak ve hissetmek,
- O kişiyi anladığını ona ifade etmek.
Peki toplum nasıl devreye giriyor?
Şöyle düşünelim, sabah aracınızla evinizden çıktınız. Yolda karşıdan karşıya geçmek için yaya geçidinde bekleyen bir kişi gördünüz. Hemen durup yol veriyorsunuz, o da size gülümseyip teşekkür ediyor… (Çünkü siz arabadasınız ama o ayakta bekliyor. Hem de yola atlamadan, kendisi için işaretlenmiş bölümde… O da size teşekkür ettikten sonra, hızlı adımlarla karşıya geçiyor çünkü sizi bekletmek istemiyor… )
Yollar geniş, bölünmemiş ve ferah, yolun iki tarafında yemyeşil ağaçlar (çünkü bizler için yeşilin öneminin farkındayız) ve tüm bu genişliğe rağmen arabalar yol kenarına park etmemiş (çünkü yola ya da kaldırıma(!) park ettiğimizde başkalarını sıkıntıya soktuğumuzun da farkındayız.)
Nakliye araçları günlük trafiği tıkamamak adına sabah çok erken saatte dükkanlara ulaştıracakları ürünleri ulaştırıyorlar, çöp kamyonlarının işi ise çoktan sonlanmış (Çünkü gün ortası bunu yaparlarsa trafik sıkışacak, insanlar mutsuz olacak…)
Ofisinize çıkmak için asansöre bindiğinizde herkes birbirine günaydın diyor ve asansörden inerken iyi günler diliyor… (Güleryüz gibisi var mı?)
Size derdini anlatmak için öğle yemeğine buluştuğunuz arkadaşınızı dikkatle dinliyorsunuz. Bırakın sosyal medyayı takip etmeyi, gözünüz bir defa bile cep telefonunuza kaymıyor. (Çünkü o an arkadaşınızın size ihtiyacı var ve siz bunu çok iyi biliyorsunuz.)
Ve evinize dönerken, akşam buluşacağınız o değerli kişilere ufacık da olsa bir hoşluk yapmak gününüzün daha tatlı sonlanmasını sağlıyor. (Çünkü siz en yakınlarınızın gülücükleri ile besleniyorsunuz.)
…
Ülkenin de bu bakış açısıyla yönetildiğini düşünürseniz, nereye gelmek istediğimi göreceksiniz. (Çünkü her şey mutlu bir toplum için…)
Yani 2015’te temel olan sağlık, barınma ve beslenme ihtiyaçlarımız dışında en büyük olması gereken, birbirimizi anlamaya çalışmak, birbirimizin düşünce ve duygularını gerçekten önemsemek diye düşünmeden duramıyorum. Kendimce de başka bir çıkar yol bulamıyorum.
Evde başlayıp, ülkenin tüm geneline yayılması gereken “empati”, insanın “insan olma” hâlini temsil ediyor çünkü…
Category: Genel, Günlük Hayat
3 Comments