Bazen iki kişi hararetle bir konu hakkında tartışır. Kimse birbirinin ne dediğini takip etmez.Çünkü amaç karşısındakine kendi fikrini kabul ettirmektir. Ve komiktir ki bazen iki taraf da aslında aynı şeyi söylüyordur. Sadece birbirlerini “duymuyorlardır.”
Bu size hiç oldu mu bilmiyorum. Aslında belki de her gün benzer bir durumu yaşıyoruz. Karşımızdaki kişiye kendi düşüncemizi kabul ettirmeye ya da kendi fikrimizin onunkine göre bir basamak daha iyi olduğunu anlatmaya o kadar odaklanıyoruz ki, diğer kişinin sesi uzaklarda bir yerlerde fısıltı olarak kalabiliyor.
Aynı durumu çocuklarımıza da sık sık yaşatıyoruz. Bize korktuklarını söylüyorlar, “Aman canım ne var bundan korkacak.” diyoruz. Yeni bir ortama girdiklerinde elimize yapışıyorlar, sinirleniyoruz. “Ay yok artık burada da mı yapışacaksın.” diyoruz.
Kendi hırslarımız ya da kendi doğru ve yanlışlarımız yüzünden onların ne istediğine kulak vermeden bir şeylere yönlendiriyor, sonra onlar mutlu olmayınca da hayal kırıklığına uğruyoruz.
İşte bu nedenden ötürü Leylâ Navaro’nun “Gerçekten Beni Duyuyor musun?” başlıklı kitabı (Remzi Kitabevi) çok hoşuma gitti. Sevgili arkadaşım Fahriye kitabı önerdiğinden bu yana alıp okumak istiyordum. Almamla bitirmem bir oldu. Su gibi okunuyor.
Toplam dokuz bölümden oluşan kitapta bana en çarpıcı gelenler “Çocuğunu Kabul Edebilmek”, “Çocuğu Dinlemek” ve “İyi Anne/Babalık, Aşırı Koruyuculuk mudur?” oldu.
Çocuğumuzu gerçekten tarafsızca gözlemleyip, onu o hâliyle kabul edebiliyor muyuz?
Şöyle bir örnek var kitapta:
Metin bahçede koşarken yere kapaklandı. Kalktığında elleri ve kolu sıyrılmış, dizi ise kanıyordu. Ağlayarak eve koştu:
“Annneeeeeee!”
“N’oldu? Sus ağlama bakiim, erkekler ağlamaz.”
“Annnnneeeee, çok acıyor…”
“Şimdi geçer, hem sen erkeksin, ayıp ayıp, erkekler ağlar mı?”
“Iıııııııhhhh, çok acıyor.”
“Sulu göz n’olacak? Ne varmış bunun için ağlayacak?”
Çok tipik bir örnek aslında. Yeni nesil ebeveynler bunu yapmamaya çalışsa da farklı anlarda benzer tepkileri farklı kelimeler kullanarak veriyoruz.
Leylâ Navaro durumu şöyle ele alıyor:
“Üzüntü, korku, kıskançlık gibi acı veren duygular biz büyüklerin de hoşuna gitmediğinden, genellikle yaptığımız, bu duyguları inkâr etmektir. Özellikle çocuklarda bu gibi duyguları algıladığımız zaman, kabul etmekten ve isimlendirmekten korkarız. Çünkü kabul eder veya isimlendirirsek, bunların kalıcı olacağını, çocuğun mutsuz, korkak veya kıskanç olabileceğini düşünürüz. Dolayısıyla reddeder veya inkâr ederiz.”
“Üzüntü yaşamın bir parçası ve her kişinin doğal duygu hakkıdır. O an kedisi, topu veya arkadaşı için üzülen çocuk, gerçekten üzülüyordur, ancak anlaşıldığını, duygusunun kabul edildiğini hissederse rahatlar, daha kolay teselli bulur. Yaşamda daha büyük ve ciddi üzüntüler var diye çocuğunkini küçümsemek, inkâr etmek haksızlıktır, ayrıca çocuğun anlayamayacağı boyuttur.”
Miniğimizin duygularını dikkate almayınca, sinek kovar gibi yok etmeye çalıştığımızda ne yapıyormuşuz aslında biliyor musunuz?
“…Sen kendi algılarına, duygularına, düşüncelerine inanma, onlar yanlıştır, benimkileri kabul et. Isınmışsan aslında hava soğuktur, ısınmış olamazsın, çünkü ben üşüyorum. Karanlıktan korkacak ne var, ben korkmam ki. Düşmüşsen o kadar ağlama, çünkü ben düşünce ağlamam. Kedi için ağlanır mı? Üzülecek ne var? Kedi işte. Bu kadar yemekle doymuş olmazsın, çünkü ben doymam…”
Nasıl? İtiraf edin, bazı şeyler tanıdık geldi değil mi?
Şimdi başka bir tanıdık sahne size:
“Beni dinlemiyorsunuz zaten…” dedi Metin.
“Dinliyorum tabii,” dedi Avni Bey, başını gazetelerden kaldırarak, “Bak söylediklerini tek tek tekrar edeyim: Dedin ki, ‘Bu yıl dersler çok ağır, hocalar da durmadan ders yüklüyor,’ Gördün mü, bak nasıl dinliyormuşum… Oğlum, şikâyet bir işe yaramaz, biz de o yollardan geçtik, okul hayatı böyle, sıkı çalışıp adam olacaksın. Ben senin yaşındayken…”
“Tamam, baba, kalsın…”dedi Metin.
Siz de çocuğunuzu dinlerken aşağıdaki hatalardan herhangi birini yapıyor olabilir misiniz?
1. Öğüt veriyor, çözüm getiriyor veya yönlendiriyor musunuz? Yani “Şöyle yap, böyle yapma”, “Bu şekilde hareket etmemelisin”, “Buna üzüleceğine oturup dersini çalışsan daha iyi edersin…”, gibi cümleler ağzınızdan çıkıyorsa, tekrar düşünmekte fayda var.
2.Yargılayıp, eleştirip, ad takıyor musunuz? “Sen zaten hep kolaya kaçarsın…”, “Bebek gibi davranıyorsun”,”Geri zekâlı ne olacak…” gibi cümleler ne kadar yapıcı olabilir sizce?
3.Soru soruyor, araştırıyor, inceliyor musunuz? “Neden?… Sen ona ne yaptın?… O sana ne dedi?… Hanginiz önce söyledi?…” Dinlemektense sorguluyor gibi bir his uyandırmıyor mu?
4.Teşhis koyuyor, tahlil ediyor musunuz? “Aslında sen öyle demek istemiyorsun…”, “Ben senin aslında neden öyle yaptığını biliyorum”, “Aslında senin derdin başka…”
Yani siz her şeyi olayı yaşayan ve hissedenden daha mı iyi biliyorsunuz?
5.Sakinleştirmeye, teselli etmeye ve konuyu değiştirmeye mi çalışıyorsunuz? “Aldırma, boşver…”, “Düzelir canım, bunu dert etme…”, “Geçer aldırma…”, “Üzülme…”, “Başka şeyden konuşalım…”
Sizce bu cümleler karşınızdakinin hislerinin olumlu yönde değişmesine yardımcı olur mu?
Bir arkadaşım yakın bir dostuyla arasında olan soğukluktan dert yanıyordu. Sevdiği bir kişiydi. Bir süre önce bir sorunu olmuş, dertlenmişti. Arkadaşım tamamiyle iyi niyetle, onun bakış açısını değiştirmeye çalışmış, bir anlamda şeytanın avukatlığını yapmıştı. Bu yaklaşım karşısındakine iyi gelmeyi bir tarafa bırakın, iki arkadaşın arasına soğukluk girmesine neden olmuştu. O zaman ona dedim ki, “Bazen dostluk, sadece dinlemek gerektiriyor. Ve sadece o kişiyi anladığını ve onun yanında olduğunu söylemen, hissettirmen yarayı iyileştiriyor. Bazen insanın tek ihtiyacı bu. Anlatmak ve anlaşılmak. O kadar basit.” Biraz düşününce bana hak verdi arkadaşım.
Neyse efendim, dinlerken yaptığımız hatalar bu şekilde sıralanmış kitapta. Bu hataları aslında sadece miniğimize değil, arkadaşlarımıza, ailemizin diğer bireylerine de yapıyoruz. Dinliyormuş gibi yapsak da duymuyoruz gerçekte.
Peki, iyi anne-baba olmayı bana tarif eder misiniz? Korumak mıdır çocuğunuzu? Doğru bakım mıdır? Doğru yemeği, uygun miktarda yedirmek midir? Okula yollamak mıdır?,…
Çok zor bir soru aslında. Sanki hepsinin uygun dozda karışımı gibi geliyor insana. Fakat herkes farklı bir konuya fazladan özen gösteriyor. Örneğin kimi anneler yemeğe çok özen gösteriyor.
Kültürümüzde maalesef çok yemek yedirmek makbul gibi algılansa da, çocuğumuza yapabileceğimiz kötülüklerin başında bu geliyor aslında. 4-5 yaşındaki çocukların yemek yemelerine ilişkin yapılan araştırmada, şayet izin verilirse, çocukların, bünyelerinin gereksinimlerine uygun yemekleri doğal olarak seçtikleri görülmüş.
“Yemek yemeye zorlamak, anneyle çocuk arasında bir güç kavgasının başlamasına neden olur. Çocuğu istemediği, yapamayacağı bir şeye zorlayan anne/babayla buna direnen bir çocuğun klasik çatışmasıdır bu! Çocukta yemeğe karşı bir isteksizlik yarattığı gibi, yemek zamanlarının her iki taraf için bir kâbusa dönüşmesine de sebep olur. Bu konudaki çekişme ve güç kavgaları, anne/baba ile çocuk arasındaki ilişkinin diğer cephelerine de yansır.”
diyor Navaro.
Kitapta, annelerin en zorlandığı konulardan biri olan zamanlama (bir yere vaktinde gidebilmek, vaktinde hazır olmak), ev işlerine destek gibi konularda çocuklarla oturup bir planlama yapılabileceği ve herkesin fikrinin alınarak ortak bir çözüm bulunabileceği belirtiliyor.
Farkında olmadan fazlasıyla koruyucu olarak iyi anne-baba olduğunu düşünen büyükler, aslında çocuklarını gerçek hayattan çıkarıp, yapay bir dünyaya sokmaktalar diye belirtiyor yazarımız.
“Duygular enerji kaynağıdır. Sevinç, sevgi, heyecan gibi haz veren duyguların yanısıra üzüntü, kaygı, korku, kızgınlık gibi rahatsızlık veren duyguların yaşanmasına engel olmak, çocuğun kendini koruma, güdüleme, gelişme enerjisini azaltır. Ayrıca çocuğa yanlış alt mesajlar verir: “Üzülmek, korkmak, kızmak doğru değildir. Sen bu duyguları sakın yaşama! Sadece olumlu duygular yaşamakla yükümlüsün!” gibi. Oysa, acı veren duygular yaşamın, insan olmanın, insanca hissetmenin bir parçasıdır.”
diyor Leylâ Navaro.
Son olarak, aşırı korumak nasıl olur bir bakalım isterseniz (tabii aşağıda sıralananları yapabilecek yaşta olan çocuklardan bahsediyoruz.)
Aşağıdakileri yapıyorsanız, çocuğunuzu biraz fazla kolluyorsunuz demek:
*Okul çantasını hazırlamak,
*Sabahları uyandırmak,
*Giyeceklerini seçmek ve giydirmek,
*Kendi yiyebilecek yaştaykrn, annesi tarafından yedirilmek,
*Üşütür diye fazlaca giydirmek,
*Okul servisini her kaçırdığında seferber olup kendi götürmek,
*Düşmesine, koşmasına, gözden uzaklaşmasına izin vermemek,
*Hata yapmasına izin vermemek, yanlışlarını fazla ayıplamak,
*Fazla yemek yapıp, fazla yedirmek,
*Sadece çocuğun yediklerini pişirmek, herkesin damağına göre ayrı ayrı pişirmek,
*Akşamları, çocuğun dilediği saatte yatmasına izin vermek,
*Tüm yaşamını çocuğun etrafında, çocuk odaklı sürdürmek,
*Baba/çocuk arasındaki iletişime ve çatışmalara sürekli müdahale etmek,
*Aşırı kontrol etmek
Kitap bu durumlara çözüm önerileri getiriyor. Biraz kendinizi test etmenizi sağlıyor.
Keyifli okumalar diliyorum 🙂
Category: Çocuklu Olmak, Kütüphane
No Comments